Türkiye’de ünlü birini ya da ünlülerle bağlantılı birini hedef alıp gündemi değiştirmek, halkı baskılamak, korku dalgası yaratmak son yılların en “kolay” siyasî refleksi. Ne zaman durduk yere iktidar yanlısı bir isim, bir tweetle birini hedef gösterse gözümüzü dört açmamız gerekli; muhakkak o dönemde kapatılmasını istedikleri başka bir haber vardır ya da yakında duyacağımızdan emin olabilirsiniz.
Ayşe Barım’ın tutuklanmasına giden süreçte mesele Ekrem İmamoğlu soruşturması başlayacaktı ve halkın hem ilgisinin dağıtılması, hem de herkese gözdağı verilmesi gerekliydi. Nitekim Ayşe Barım’ın toplum üstünde en etkili olabilen sanatçıları hakkında yapılan işlemler de bu oyunun bir parçasıydı. Cem Yiğit Üzümoğlu gözaltına alınıp yurtdışı çıkış yasağı verilirken de ünlülere “sessiz olun” deniyordu. Bunlar sadece Mart ayından beri yaşadıklarımızın çok küçük bir kısmı. Daha öncesi ve daha fazlası da var tabii. Sinema televizyondan müziğe dönen ibrede bu kez konumuz “ahlâk”.
Malum, “aile yılı” seçilen 2025 yılı, çocukların okula aç gitmesi, annelerin çocuklarının önünde öldürülmesi, çocukların tecavüze tacize uğraması, cinayete kurban gitmesi, babaların iftiralar ile tutuklanması, hastaların ilaçlarını alamaması, sahte diplomalarla milyonlar kazanılması, vatandaşı koruması gereken polisin, yukarıdan gelen emirle babası dedesi yaşındaki insanları kanlar içinde bırakması, herkesin birbirine öfke ile bakması ve hukukun sadece bir kesim lehine çalışması şeklinde taçlandırıyor aileleri. Maazallah, bu muazzam ahval ve dilden düşmeyen dinin öngördüğü şeriate asla uymayan şerait içinde, bir çocuk bir şarkı ile mutlu olur da ondan etkilenirse, bir konserde ülkenin halini unutup aşık olursa başımıza neler gelir? Düşünsenize bir insan sadece bir şarkı süresince sade vatandaş olursa, aşkı hissederse, ayrılık acısı çekerse, özlem duyarsa ya da hiçbir şey düşünmeden dans ederse bu ülkenin hali nice olur? Gençlerden ne beklentimiz kalır, nasıl ahlaklı ve çalışkan bireyler yetişir?
Bakınız, Mabel Matiz’in “Perperişan” şarkısına erişim engeli talebi/kararı ve bunun etrafında köpürtülen tartışmalar; aynı günlerde Manifest grubunun Türkiye turnesinin iptal edilmesi ve üyeler hakkında başlatılan soruşturmalar. Bugün gelen Mohsen Namjoo konserleri iptali… Sosyal medya ve popüler kültür şövalyeliği yapıp gündemin (mesela yaklaşan Kartalkaya Davası duruşmasına dahil edilme yolu açılan sorumlular, Fahrettin Altun’un oğlunun 210 milyarlık sermayesi ya da henüz bilmediğimiz, patlamaya hazır başka iddialar) karışmasına katkıda bulunurken atlanan çok önemli başka “detaylar” var: Dayatılan kültür politikası ve iptal edilen turneler, konserler, yasaklanan şarkılarla yaratılan somut ekonomik etki.
Mabel, şarkısına yönelik erişim engeli hamlesine sosyal medyadan her zamanki muazzam kelime kullanımı, inceliği ve zekası ile yanıt verdi ve metnin halk edebiyatından beslenen bir “metaforik anlatı” olduğunu vurguladı. Kısa, berrak ve yerinde: “Kamu düzeni ve genel sağlığımızın alt tarafı bir şarkıdan bozulacak kırılganlıkta olmadığına inanmak istiyorum” dedi. Bu cümle, aslında bu ülkede son senelerde duvarlara, pankartlara en çok yazılması gereken söz. Aynı zamanda var olan tartışmanın merkezini gösteriyor: Mesele telmih, mecaz, şiirdir; mevzu “ayıp” değil anlamdır. Anlam ise çoğu zaman “anlayanın” zihniyetininin göstergesidir.
Mabel’i övmek ya da haklı çıkarmak gibi bir gayeye bulaşmaya gerek yok. Zaten kendisine sevgimiz de saygımız da aşikâr. Mabel’in son 10 yılda yaptığı, “Maya”dan “Fatih”e, single’lardan işbirliklerine modern Türkçe popu şiirle yeniden tanıştırma, genç nesle kadim bir gelenek olan ozanlığı yani ülkenin kültürünü aktarmak. Dili parlak, ironisi ince, melodisi kalıcı; üstelik her defasında form denemekten çekinmeyen bir besteci-yazar Mabel. Bu yüzden hedef şaşırtmak gerektiğinde tartışmalar sıklıkla onun etrafında oluyor. Mabel gibi hikâye anlatıcıları, diliyle ortak duyuyu günceller. Sözcüklerin kıvrımlarında, bestelerin duraklarında dahi hem bugünü hem kadim olanı taşırlar. Bu yüzden de iktidar böyle isimlerden korkmakta haklı aslında. Bir Tarkan konserinde, bir Mabel Matiz konserinde ülkenin her kesiminden her noktasından, bambaşka hikâyelerden gelen kişiler tek duyguda buluşur, aynı sözleri söyler. Hiçbir siyasetçinin karşısında göremeyeceği kadar gerçek, bir ve sevgi dolu bir topluluktur o.
Mabel’in folklorik öğeleri kullanım başarısı akademik tezlere konu olan ozanlığından devam edersek, şarkı sözlerinde kendisinin de bahsettiği gibi, “toy, bebek, peri” gibi söz varlıklarını gerçek-dışı, masalsı düzlemden çekip literal kötücül okumaya zorlamak; şiiri, dili ve hafızayı daraltırken insanları tek çerçeveden bakmaya zorluyor. “Perperişan” özelinde yapılan da bu: anlamı daraltıp hedef göstermek. (Günün sonunda erişim engeli karar metinlerinin kendisi birer kültür politikası belgesi ve yıllar sonra bu belgeler kültürel tarihimizin yüz karası olurken şimdi yasaklanan şarkılar her yerde marş gibi dinlenecek. Çok değer verildiği iddia edilen tarih, bunun tekerrürleri ile dolu.)
BİR DE HİÇ KONUŞULMAYANLAR VAR
İşin konuşulmayan, atlanan ve aslında binlerce kişiye etkileyen bir diğer yüzü; yasakların somut ekonomik etkisi. Manifest’in İstanbul konseri sonrası başlatılan “hayasızca hareketler/teşhircilik” soruşturması; üyeler için yurt dışına çıkış yasağı ve imza yükümlülüğü; nihayet Türkiye turnesinin iptali… Bu sadece bir “sahne şovu” tartışması değil, onlarca insanın gelirinin ve takviminin tek kalemde yok olması demek. Bir turne iptal olunca neler olur bakalım mı?
“Birkaç pop yıldızı bilet parasını iade eder, biter” diye düşünenlere: Turne bir ekosistemdir.
Bu ekosistemde sanatçılar sadece işin görünen yüzüdür. Arkada enstrümanlardaki sanatçılarla başlayan büyüklü küçüklü ekipler var. Ses, ışık, sahne, monitör, backline gibi yerlerde bulunan teknik ekip; yol, konaklama, lojistik, otobüs/tır sürücüleri; mekan ekiplerindeki güvenlik, barmen, garson, bilet, vestiyer, temizlik, bilet satış sistemleri, kuliste gerekliyse yemek sağlayan catering şirketleri, freelance çalışan rodiler, fotoğraf-video, sosyal medya içeriği hazırlayanlar, poster tasarımı yapanlar; turnelerin yerel tedarikçileri olan esnaf, restoranlar, taksiciler, kiralık ekipman sağlayanlar, konaklama hizmeti verenler… Bunlar sadece aklımıza ilk gelen iş kolları. Bir konserin, turnenin iptal kararı, en az 8–10 koldan doğrudan geliri keser; zincirleme etki yerel ekonomi ve KOBİ’lere kadar iner. Bu yüzden müziği ve müzisyeni korumak “romantik” değil, ekonomik rasyoneldir. Halihazırda ülkemizde özellikle freelance çalışanların sendikalarının, birliklerinin olmaması, hiçbir güvenceleri olmadan çalışmaları nedeniyle ne kadar kırılgan bir grup olduklarını Covid döneminde gördük. Müziği bırakan, enstrümanını satan, intihara sürüklenen müzik sektörü çalışanlarının devlet tarafından güvence altına alınmamaları, bu tarz iptallerin bu insanlar düşünülmeden yapılması da kültür politikasının bir parçası aslında. Bu yüzden “turne iptali” “şarkıya, filme, diziye erişim engeli” bir “ahlak zaferi” değil, yerel bir ekonomik kayıp. Ancak elbette, ülke ekonomisinin geldiği perperişan noktada, çiftçiden doktora kimsenin emeğine saygı duyulmayan bir ortamda görünmeyen emeği hatırlamak ülkeyi yönetenlerden beklenecek bir incelik değil.
Asıl gözden kaçan nokta şu ki; yargı diliyle ve genellemeci ahlâk söylemiyle kıskaç oluşturmak; sanatçıyı hedefe koyup ekonomik zinciri kesmek, topluma ve dahası yasağın kendisine geri döner. Toplumu gerçekten önemseyen, tarihi bilen bir düzen önelikle bunları hesaba katmalıydı. Oysa Mabel’in dediği gibi: “Kamu düzeni… bir şarkıyla bozulacak kırılganlıkta değil.” O düzeni bozan, ifade alanını daraltma ve ekosistemi çökertme politikasıdır.