Published in  
Röportajlar
 on  
December 2, 2025

ESRA RUŞAN VE GİZEM ERDEM “DÜNYAYA RAĞMEN ÇALIŞIYORUZ”

Craft’ın Yeter adlı oyununda iki hostesi canlandıran Esra Ruşan ve Gizem Erdem ile uzun bir sohbet bu. Aslında hayatta farklı seçimler yapmış ama şu an benzer noktalarda olan, benzer yaşlardaki üç kadının Türkiye’de kadın olmaya dair sohbeti. Biraz da “tiyatro ne için var”ı sorgulatıyor, hepimizin travmalarını masaya dökerek.
Kategori
Röportajlar
Tarih
2/12/25

ESRA RUŞAN VE GİZEM ERDEM “DÜNYAYA RAĞMEN ÇALIŞIYORUZ”

Craft’ın Yeter adlı oyununda iki hostesi canlandıran Esra Ruşan ve Gizem Erdem ile uzun bir sohbet bu. Aslında hayatta farklı seçimler yapmış ama şu an benzer noktalarda olan, benzer yaşlardaki üç kadının Türkiye’de kadın olmaya dair sohbeti. Biraz da “tiyatro ne için var”ı sorgulatıyor, hepimizin travmalarını masaya dökerek.

Ftoğrflar: Fatih Metin Demirkol / Specific Team
Kategori
Röportajlar
Tarih
2/12/25

ESRA RUŞAN VE GİZEM ERDEM “DÜNYAYA RAĞMEN ÇALIŞIYORUZ”

Craft’ın Yeter adlı oyununda iki hostesi canlandıran Esra Ruşan ve Gizem Erdem ile uzun bir sohbet bu. Aslında hayatta farklı seçimler yapmış ama şu an benzer noktalarda olan, benzer yaşlardaki üç kadının Türkiye’de kadın olmaya dair sohbeti. Biraz da “tiyatro ne için var”ı sorgulatıyor, hepimizin travmalarını masaya dökerek.

Ftoğrflar: Fatih Metin Demirkol / Specific Team

Bol ödüllü İskoç yazar Stef Smith’in her zamanki keskin, sorgulatıcı ve feminist kaleminden çıkan Yeter (Enough) Craft imzası ve mükemmel bir ekip ile Türkçe’ye uyarlandığında “Mutlaka izleyeceğim oyunlar” listesine almıştım geçen sezon. Oyun 2 hostesin hikayesini anlatıyor. Girdikleri her yerde dikkat çeken 2 hostes.  Ama ancak geçtiğimiz aylarda izleyebildim Yeter’i. Çıkışta ise bir duvara yaslanıp insanları izledim. Görülmek isteyen, görülmek için uğraşan ama yaşadığının sadece kaymağını gösteren insanları… Oyunu izlemeden 1 hafta önce yaptığım uçak seyahatindeki host ve hostesleri, bugüne dek karşılaştığım tüm hostesleri düşündüm. New York-Los Angeles arası uçuşta American Airlines’ın “mahalledeki Zehra Abla” tavrıyla konuşan, herkesle şakalaşan, üşüdüğümü fark edince “Tatlım uçakta battaniye yok ama istersen benim hırkamı verebilirim sana” diyen siyahi hostesini. Türk Hava Yolları’nın bazen aşırı aksi olabilen hosteslerini ve o korkunç babetlerini… Çocukluğumun hosteslerinin güzelliklerini ve üniformalarının insanı hostesliğe özendiren zarifliğini. İç hatlarda hosteslere tacize ve bazen şiddete varan tavırları ile kaba, hadsiz yolcuları… Emirates Hava Yolları’nın insanı kral-kraliçe gibi hissettiren host ve hosteslerini. Sonra fark ettim ki uçakta, yollarda neler yaşadıklarını çok düşünsem de hosteslerin uçak dışında birer hayatları olduğunu, bize gülümseyerek yer gösterirken aslında akıllarında, kalplerinde neler olduğunu düşünmemişim. Onlar hep kusursuz ve bakımlı olmak zorunda olan, gösterdikleri yönlendirmeleri yarım yamalak izlediğimiz, hep aynı tonda konuşan kişilerdi. Influencerlar gibi. Küçükken hosteslere nasıl özenirsem ben, şimdi çocuklar influencerların hep bakımlı hallerine, görmediğimiz hayatlarının kremasına, açılan paketlere, gösterdikleri krem sürme, soğan doğrama tekniklerine hayran kalıyor. “Herkes kemerleri bağlı otururken” onları izliyor. Ve kimse kimsenin aslında ne yaşadığını bilmiyor. Herkes sosyal medyada hashtagler ile en aktivist oluyor ama o kahramanların kaçı gerçek hayatlarındaki kadınlara gerçekten elini uzatıyor ya da kendi üniformasını çıkartıp “elimi tut” diyor mesela? Ucunda daha fazla takipçi, daha fazla görülme yoksa… Instagram hayatları, İstanbul sosyal hayatı karşılaşmaları ve hostesler arasında bir bağ kurdum 3 dakikada o duvar dibinde.  

Belki fazla düşünüyorum -yine. Ama tiyatro tam da bunun için değil mi? Düşünmemiz için. “Yeter”, Esra Ruşan ve Gizem Erdem’in oynadığı tek perdelik bir oyun. Sonunda uçağın tekerlekleri yere değmeden kemerlerini açan, ikaz ışıkları sönmeden ayağa kalkan bir oyun bu. 20 yıldır birlikte çalışan, hosteslik mesleğine birlikte başlamış iki kadının hikayesi. Hayatları birbirinden taban tabana zıt. Biri bekar, özgür, eğlenceli; diğeri evli, iki çocuklu ama aynı üniformayı giyen iki arkadaşın hikayesi. Kabul ediyorum, sonunda biraz havada bırakıyor insanı, coştuğu yerde coşkusunu alıp kullanmıyor. Belki de sorgulatmayı başarmasının sırrı budur işte. Biz de tam bu nedenle sohbetimize oyunun sonundan başladık. 

-O yüzden bu sohbet bir miktar spoiler içerir

Duvardaki çizik metaforunu o kadar çok sevdim ki oyunda… Orada çok etkilendim mesela. Ya da kadının şiddetten sonra erkekle sevişmek için yeniden kapısına gitmesi… Ama sonunda bir yüzleşme istedim erkeklerle…  

Esra Ruşan: Oyun bitmiyor. Oyun bir yerde bırakıyor. Seni de, seyirciyi de, beni de, oyuncusunu da bırakıyor. Bir finali yok. Ama eğer başka bir akstan bakacak olursak; “berbat gibi hissettiren hayatlar yaşarken” hiç kimseyle konuşamazken şimdi ilk kez birbirleriyle konuşabildikleri bir anla finalliyor. Bu temas, ilk kez göz göze bakıp bu teması kurmaları aslında oyunun finali ve cümlesi. “Yeter” diyor, “şimdi buradan başka türlü başlayabiliriz”. İnsanların kendi gölgeleriyle karşılaşmaları, onlarla barışıp kabul etmeleri sonrasında yepyeni bir sekme açabilir hayatlarında. Biraz o yeni sekmeyi seyircinin kucağına bırakıyoruz çıkarken. 

Evet tabii, çok kişisel bir yerden baktım ben finale…  

E.R.: Stef Smith özelinde oyunlarının çok şiirsel olduğunu söyleyebilirim. Metafor kullanmayı seven bir yazar. Zaten oyunu olduğu gibi oynasaydık biraz zorlanabilirdik hem oyuncular hem seyirciler olarak. Şiirin, şiire yakın yazımların kesinlikle bir etkisi olduğunu düşünüyorum ama sahnede izlemesi zor. Orada yönetmenimizin de kararıyla, metni biraz parçalamak zorunda kaldık. Meselenin tam olarak anlaşılması sanırım her şeyden önemliydi.  Oyundaki birçok metaforu ve araya giren zihin akışı gibi şiirleri çıkardık. Çünkü oyunla bağ kurmak zorlaşacaktı. Belki de zaten yazarın istediği şey de bağ kurmamak… Bilmiyorum. Ama Türkiye'de bizim seyircimizin geleneğinde bağ kurma hikayesi önemli. Biz de bunu önceliğimiz yaptık. 

Esra Ruşan ve Gizem Erdem, Craft'ın "Yeter" oyununda

Evet hepimiz yaşadığımız, yaralandığımız için en azından sahnedeki yüzleşme ile içimiz soğusun istiyoruz.  

E.R.:  Arkadaşımız bile böyle bir şey yaşasa, bir ayrılık hadisesinde bile gelse karşımıza, “gittim bunları bunları söyledim” diyebilmesini çok istiyoruz. Bu olunca kendimiz gibi rahatlıyoruz. Öyle bir rahatlama ihtiyacı var katarsis anında. Maalesef yazar bu katarsis anını veriyor, ama ufalayarak veriyor.  Evli olan kadın için de “boşanıyor, kendi hayatını kuruyor, çocuklarını alıyor ve mutsuz olduğu bir adamla beraber olmaktan vazgeçiyor” demiyor. İkisini de aynı yolda tutmaya devam ediyor. Ama burada da diyor ki “biz artık birbirimizin yüzüne bakarken sadece eğlendiğimiz, zaman doldurduğumuz bir durumda değiliz”. Bizim birbirimizin yüzüne bakıp ‘ben bunu yaşıyorum ben de bunu yaşıyorum ve bu bir başarısızlık değil’ demeye hakkımız var dedirtiyor.  

Evli kadının neden mutsuz olduğunu herkes anlamayabilir mesela izlerken. Evli, çocuklu, kocası belli ki uyumlu, güzel, işi var, parası var…  

E.R.:  Şöyle bir handikapı var oyun metninin: Bekar karakterin mutsuzluğuna çok sağlam argümanlarla bir gerekçe sunuyor. Şiddet gibi, tecavüz gibi gerçekten bariz noktaları var. Fakat evli kadının bariz bir cümlesi yok. Bir geceliğine öbür kadının hayatını yaşamak istemesinden kendi hayatından, kendi rutininden çok bunaldığını, gerçekliğini kaybettiğini anlayabiliyoruz. Daha derin bir acısı var. Gözle görülmeyen ama hissedilen bir acı, ailesiyle bağ kuramaması, çocuklarına yetişemediğini düşünmesi… Çalış çalış çalış… İç sesi korkunç kalabalık. Dışarıdan hayat “mükemmel”. Ama aslında hayat bu mu? Hepimiz bir noktada bunu yaşıyoruz.  

Benim açımdan oyun biraz tokat oldu çünkü 46 yaşındayım, evlendim, boşandım, köpeğimle yaşıyorum. Arkadaşlarımın neredeyse hepsi evli, çoğu çocuklu. Benim hayatıma özenenler var; ben o hayatlara özenmiyorum ama “acaba nasıl olurdu” diyorum zaman zaman… 

E.R.: O rutine bile zaman zaman imrenebiliyor insan.  

Evet, bir şeyleri paylaşmak istiyorsun, birine sırtını yaslamak değil ama…  

E.R.:  Birine sırtını yaslamayacağın çok açık yani bu yaşa kadar kendi başına olmayı seçmişsin. Entelektüel bir zümrenin içindesin. Çalışıyorsun, okuyorsun bilgili, görgülü bir insansın. Sırtını yaslayacağın kişi en yakının olabilir, arkadaşın olabilir. Hayat öyle bir şey. Ama galiba bir hayatı biriyle paylaşmak, beraber yol almak işte onunla bir müzeye gitmek onunla ilk kez İzlanda'ya gitmek, bir yemeği onunla yemeyi istemek… Bunlar çok insani ve oldukça normal istekler.  Evet benim de çok sevdiğim kız arkadaşlarım var, onlarla yurt dışı tatiline gitmeyi çok seviyorum falan ama bazen bir anda duruyorum ve diyorum ki “şu anı sevgilimle yaşamayı isterdim”. Çünkü zaman resmen doların yükselişi gibi, durmadan geçiyor. Bu o kadar normal bir his ki; biz Gizem'le bir buçuk senedir konuşuyoruz bunu. O da bekar, ben de bekarım. İnsanlarla tanışıyoruz, ilişkileniyoruz, deniyoruz. Bir şekilde olmuyor. Ve şu noktaya geliyoruz, “Galiba böyle. Hayat bu kadar ve biz buraya kadar geldik, artık bir ilişkimiz olmayacak.” Bazı evli arkadaşlarım benim hayatıma özeniyor, onlar da “Ne kadar rahatsın, işte şöylesin böylesin, çocuğunu da yaptın, boşandın ondan sonra hayatın tamam, işte yaşıyorsun özgürsün” diyor ama bu düz saç - kıvırcık saç meselesi gibi… Herkes kendinde olmayana özeniyor. 

Esra Ruşan

ŞİFALANDIĞIN YER TRAVMANI GÖRDÜĞÜN YER 

Gizem Erdem: Evet Esra’nın dediği gibi birlikte bir şeyler paylaşmak çok güzel. Sonra bunun bir de “hadi çocuk yapalım” kısmı var. Müthiş bir şey, kutsal bir şey ama bunun ne kadar zor olduğu unutuluyor. Düşünmek lazım, artıları ve eksileri nelerdir? Bir insanı dünyaya getireceksin, bu çok büyük bir sorumluluk. Bir sürü bekar anne var şimdi. Ama çocuk yapmadığın için aileler hatta hiç tanımadığın aile üyeleri, tanıdıkları senin adına üzülüyor.  

E.R.: Gizem’in oynadığı karakter hiçbir zaman çocuk sahibi olmak istemiyor. Kendisinin bununla ilgili bir sorunu yok ama neden ona sorunlu gibi davrandıklarını anlamıyor. Ve dünyaya rağmen çalışıyor. Dünyaya rağmen çalışıyoruz… Dünyaya rağmen çalışıyoruz. Bu oyunda her defasında söylerken tüylerimi diken diken eden bir cümle. Gerçekten biz kadınlar olarak hem Türkiye'de hem dünyada çalışırken birçok şeye maruz kalıp aynı zamanda buna rağmen hayata devam etmeye çalışıyoruz. 

Oyunu izlerken not aldığım cümleydi bu “dünyaya rağmen çalışıyoruz”. Çok motivasyonsuz bir dönemdeyim ve oyunu izlediğimin ertesi günü bilgisayar başına oturunca “dünyaya rağmen çalışıyorum” dedim. Bunun için teşekkür ederim size ve yazara ama aynı zamanda çok fazla travma tetiklendi bende oyunu izlerken…  

E.R.: Seyirci için travmasını sahnede görmenin şifalandırıcı bir tarafı var. Çünkü tiyatro seyirciye görme, duyulma, anlaşılma alanı açar. Bastırdığımız duyguları gördüğümüzde, “bunu ben de yaşamıştım, sadece ben değilmişim” duygusu insanın kendini yalnız hissetmememsini sağlar. Bu da şifalanmaya yol açar.  Başta bunu da çok konuştuk. Travma yaşamış insanlar hakkında eksik bir bilgi var. Bu travmayı hatırlatan, gösteren bir şeyle karşılaştıklarında, izlediklerinde, gördüklerinde kötü hissedeceklerini düşünüyoruz. Bunu görmek ağlatıyor ama ağlamanın da kendi içinde çok iyi bir tarafı var. 

Peki sizin için bu oyunu sahnelemek, her hafta yeniden yaşamak nasıl bir süreç? Kendi travmalarınızı iyileştirdi mi yoksa zorlandığınız oldu mu? 

G.E.: Daha çok konuştukça, paylaştıkça, başkalarının hayatında da olduğunu hatırladıkça, daha da farkında olduğumuz bir evreye geldik diye düşünüyorum. Çünkü hakikaten durmadan bu konuları: şiddeti, tacizi, tecavüzü konuşur olduk. Zaten biliyorduk, şimdi konuşuyoruz. Hayatımızın içine tam anlamıyla girdi. Galiba hiç çıkmıyor, gece yattığımızda bile onunla birlikte uyuyoruz gibi düşünüyorum. Bu ataerkil sistem içinde kadın olmak zor. Ücret dağılımından kıyafete, sosyal yaşamdan  dine, siyasete kadar her alanda var olan bir problem bu. Eşitlik yok. Hümanizm yok, kadın erkek diye ayırıyorlar. Aynıyız aslında. İnsanız. Eşit haklara sahibiz. Prova süreci keyifli olduğu kadar rolümüze daha yaklaşmak için beslendiğimiz tecrübelerimiz ve travmalarımızla yorucu oldu tabi. İyileşme kısmında ise, ekipçe beraberdik, yalnız değildik. 

Gizem Erdem

“ÇOCUĞUMLA OLAN BAĞIM, VİCDAN AZAPLARIM, HAYATIMI SÜRDÜRME GAYRETİM…”

E.R.: Açıkçası ben kendi cebimden çok yedim bu oyuna hazırlanırken. Çünkü Türkiye'de yaşayıp da bunları yaşamayan herhangi biri olduğunu sanmıyorum. Varsa da umarım hiç yaşamasın ama kendi yaşamamışsa bile eminim kendi çevresindeki birçok kadından görmüştür, dinlemiştir ve onun adına üzülmüştür. Bir de zaten oyunculukta şöyle de bir gerçek var; birini öldürme sahnesini oynarken gerçekten hayatta birini öldürmüş olman da gerekmiyor. O karakterin neler hissedeceğini düşünüyorsun, o duyguyu karanlık bir yerden çıkartıyorsun. Ben kendi rolüme hazırlanırken orada bir hayatı, bir aileyi devam ettirmek, bir evi temsil etmek üzerinden bir yapı oluştururken kendi yaşadığım şeyleri düşündüm. Çocuğumla olan bağımı, oradaki vicdan azaplarımı, kendi hayatımı da sürdürme gayretimi. Ne kadar bocaladığımı…  

Oyun çıktıktan sonra peki? 

E.R.: Oyundan sonra da bir sürü şey yaşıyorsun. Bence bitmiyor serüven, seninle birlikte ince bi su gibi akıyor sanki. Gündelik hayatında yaşadığını her biçimde duygu ya da olay eğer paralellik gösteriyorsa oyunla ya da doğrudan karakterle, fotokopisini çekiyor gibi oluyorsun. Tekrar sahnede kullanılmak üzere. Bu biraz tuhaf duyulabilir. Yani o anı yaşarken evet o anın içindesin ama bir yanında o anı kaydediyor kullanmak üzere.Bir anda bir duyguyu hatırlıyorsun ve “o bu sahneye yerleşebilir” diyorsun. çok aşıksın mesela. Ve o halini alıp hemen bir laboratuvar çalışması gibi. “O an ellerimi ne yapıyorum” diyorsun, sahnede başka bir zaman bir karakter için ellerini öyle yapıyorsun. O yüzden çok tuhaf yerlere gidebiliyor.bir oyunun bitene kadarki süreci. Biz 7 ay prova yaptık. Gizem'le birbirimizi görmek istemeyecek noktaya da geldik zaman zaman. Çünkü kolay bir şey değil. O sahnede sürekli o anları prova ediyorsun. Becermekle ilgili kaygıların var, içgörülerin, kendi yaşanmışlıkların, duygu belleğin, hafızan…Belki de bu sağlıklı değildir bilmiyorum yani. Doğru olan şeyin bu olduğunu söyleyemem. Ama ben çalışırken böyle bir insana dönüşüyorum maalesef. Ama günün sonunda da çok işe yarar bir şey yaptığını hissetmek kadar muazzam bir duygu yok, hele bu kadar kurak bir kültür sanat ortamında daha iyi hissettirecek bir şey bulamıyorum açıkçası kendimde. 

Esra Ruşan ve Gizem Erdem

“İNSAN DEĞİŞİYOR, TOPLUM DEĞİŞİYOR”

Tam da Gizem’in dediği gibi tacizin, şiddetin konuşulduğu bir dönemdeyiz. İfşalar oldu ama gündem hemen değişti, kadınlar yine susturuldu. Yine de artık konuşabildiğimizi gördük. Sizce bu sayede sistem değişir mi bir noktada? 

E.R.: Kadınların kendileri için korkmadan konuşması, başına gelenleri anlatması, arkasına başka bir sürü kadını alıyor olması çok güçlü bir şey. Çünkü bu ifşalar bir döngüyü kırsa da, hala bunu güçlendirmek gerekiyor. STK'ların, partilerin, bakanlıkların  desteğiyle  bu işe gerçek ve kalıcı çözümler bulabiliriz. Mecliste oturulup, temsilcilerimiz olan insanlar tarafından konuşulup, insan hakları evrensel beyannamesine göre düzenlenmesi gerekiyor. Bizim geldiğimiz noktada ses çıkarmaktan daha fazlasına ihtiyacımız var, bir oyuncu olarak imkanım dahilinde yapabileceğim şey, burada çıkıp oyunumu oynamak işte. Bir iki cümle edebiliyorum bununla ilgili. Birkaç seyircinin kafasında bir şey yakabiliyorum. Ve sonra eve gidip nispeten biraz daha rahat uyuyabiliyorum.  

G.E.: İnsan değişiyor, toplum değişiyor. Daha önce konuşulması ayıp ya da sakıncalı görülen şeyler konuşulmaya başlanıyor.. Bu da bir süreç. Öğreniyoruz, belki de öğrenemiyoruz. Ne olursa olsun bu konular konuşulmalı, ama hukuki yolları elden bırakmadan.  

Esra Ruşan

BİR ADAM ÇIKIP “BİR ŞEY YAPMADIM ASLINDA, BİR TANE TOKAT ATTIM” DİYEMEZ

Taciz, tecavüz, kadın cinayetleri… Cinayetlerden başlayıp hukuki yollarla, yasalarla ve yasaların uygulanması ile çözülebiir her şey… 

E.R.: Şiddet, kadın cinayetleri denilen mesele artık belli bir sınıfa ya da bölgeye ya da sosyo-ekonomik durumla açıklanabilecek bi şey olmaktan çoktan çıktı. Kafamızı çevirdiğimiz her yerde, biraz dikkatle bakarsak bunu görebiliriz. Şiddetin tanımı değişti. Bedensel şiddet ya da psikolojik şiddet her yerde. Ve buna kadınlar maruz kalıyor, çocuklar maruz kalıyor. Kadına şiddet denilen mesele her gün, her evde, her zümreye ait, her insanın başına gelebilen bir şey. Hep beraber oturup konuşmamız lazım. Nasıl bir adam çıkıp gevşek gevşek “Ya ben pek de bir şey yapmadım aslında. Bir tane tokat attım” diyebilir? Diyemez. Diyemiyor olması lazım. Bu insanlık adına bir utanç olması gerekirken biz bunu normalleştirmeye, sıradanlaştırmaya zorluyoruz.  

G.E.: Dünyanın sorunları eşitsizlik, taciz, şiddet…“En azından daha çok konuşuyoruz” diyorum ama işte “en azından” diyorum. Belki bir gün o kadar çok konuşulacak ki, hep birlikte o kadar çok bağıracağız ki başka bir şey olacak.  

Gizem Erdem

“BUNLARI YAŞAMIŞ OLAN KİMSE SUSMASIN”

Peki ifşalar sonrasında setlerde ve tiyatro kulislerinde durumlar değişmeye başladı mı? Yapımcılar, set amirleri daha dikkatli mi mesela artık? 

G.E.: Çevremdeki erkek arkadaşlarım: “Ben artık bir kadına nasıl yaklaşmam gerektiğini sorguluyorum” diyor. O yüzden konuşmak iyi bir şey. Düşünmeye başladı insanlar. “Bir dakika ben daha önceden hep böyle yapıyordum. Acaba yanlış mı?” diyoruz. Ben kendi adıma da düşünüyorum bunu. Temas ederim konuşurken, mesela omzuna dokunurum karşımdakinin. Şimdi bir tık daha dikkat ediyorum.  

Çok kişisel bir şey bu. 

G.E.: Dans ettiğim bir dönem oldu profesyonel hayatımda. Yabancı hocalar geldiğinde mutlaka izin isterler dokunmak için. Şimdi artık bu bilgi var bizde. “Dokunacağım, senin için uygun mu?” diye soruluyor. Biz eskiden bu soruya şaşırırdık. Şimdi algılıyoruz ki bu soru olması gereken bir soru. Ben de hareket dersi verdiğim zaman önce sormak zorundayım. Çünkü o bambaşka bir beden. Herkesin kendi sınırları var.  

E.R.: Bence yaşamış olan kimse susmasın. Benim buradan kadın arkadaşlarıma söyleyeceğim bu, susmasınlar. Şu an çekiniyorlardır ama yarın bir gün bununla ilgili cesaret bulabilirler. Kendilerini yalnız hissetmezler. Bu mesele ne kadar duyulursa, ses ne kadar kuvvetlenirse o kadar iyi hizaya girer herkes. Ama şöyle bir şey söyleyebilirim, burada ana unsurun o setin yönetmeninin tavrıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir setin yönetmeni ne kadar disiplinli, serinkanlı ve mesafeliyse o setin çalışanları da o hizada oluyor. Açıkçası günümüzde yeni platformlar ve onların çalışma şartlarında bazı zorunluluklar ve set öncesi eğitimler gibi çalışmalarla, ben tüm set dinamiklerinin değişmeye başladığını düşünüyorum. Bu da sektörümüz için önemli bir ilerleme. Bu konuda Oyuncular Sendikası’nın oyunculara kendi haklarıyla ilgili düzenli yaptığı toplantıların önemini de hatırlatmak isterim. 

Genç, tecrübesiz oyuncuların daha çok mu başına geliyor bu mağduriyetler? 

E.R.: Sektöre yeni giren genç oyuncuların biraz daha bilinçli, farkında olması ve ihlalleri anlıyor olması lazım. Bana kalırsa sendikadan da mutlaka birilerinin setlerde olması gerekiyor. 

Esra Ruşan ve Gizem Erdem

“KİMSE ERKEK OYUNCUNUN GALADA NE GİYECEĞİNİ MERAK ETMİYOR”

Genç oyuncuların muhakkak sendika hakkında bilgi edinmeleri ve üye olmaları da gerekli diyelim mi? 

E.R.: Aynen öyle. Sendikanın önemini görüyoruz. 

Oyuna geri dönersek, hostesler herkesin gözünün önünde olan herkesi “etkileyen” influencerlar gibi aslında ve bize sadece o makyajlı halleriyle yansıtıyorlar hayatlarını. “Çok güzelim, çok seksiyim, herkes bana bakıyor, storyde ağladığımda bile para kazanıyorum”... Sonra da aynen oyundaki gibi çoğu kişinin yalnızlaşması, ilişkilerin yüzeyselleşmesinden şikayet ediyoruz… 

E.R.: Dünya ekonomisi kadınlar üzerinden dönüyor. Ama bu ekonomiyi erkekler yönetiyor. Dolayısıyla o mükemmel görüntü kadınlara ait, bir erkekten bunu beklemiyor kimse. Erkeğin Instagram sayfasında ya da bir galada biraz eli yüzü düzgün olsun, temiz giyinsin diyoruz ama “acaba ne giyecek, acaba saçı başı nasıl olacak, acaba nasıl bir şey yaşatacak bize” demiyoruz. Onu hep kadından bekliyoruz. Bunu ekrandaki kadından da bekliyoruz, galadaki kadından da bekliyoruz, sinemada izlediğimiz kadından da bekliyoruz. Nasıl görüneceği ile ilgili böyle bir obsesyon var. Cilt ürünleri, bilmem ne, her şey kadınlar için. Peki sence bunlar kadınlar daha güzel olsun, daha kendilerini iyi hissetsin diye mi var, bu yüzden mi dönüyor sence bu ekonomi?  

Keşke kozmetiğe yapılan yatırım, inovasyon çalışmaları kadın sağlığına yapılsa belki meme kanseri diye bir şey kalmazdı… Ama burada kendimizi de sorgulamayalım mı? 

E.R.: Ben de bir Instagram kullanıcısı olarak sen bu soruyu sorduğunda kendime döndüm. Ben de orada güzel halimi ya da kendimi iyi hissettiğim bir anı koymak istiyorum. Muhtemelen kendimi iyi hissetmiyorum bazen çünkü. Yeteri kadar başarılı ya da güzel ya da yeterli… Bence temel cümle bu, yeterli hissetmiyorum. Zaten her zaman nasıl hissedeyim ki? 

“HEP BİR BAŞKASIYLA REKABET HALİNDEYMİŞİM GİBİ HİSSETTİRİLEN BİR MESLEKTEYİM”

Niye hissetmeyesin? 

E.R.: Çünkü bu insanın zihniyle, varoluşuyla ilgili bir şey. Kendinden bağımsız çevresiyle kurduğu ilişkiyle, dünyayı nasıl gördüğüyle ve çelişkileriyle ilgili. Hep bir başkasıyla rekabet halindeymişim gibi hissettirilen bir meslekteyim 20 yaşından beri. Muhtemelen bu benim psikolojimde ciddi bir erozyona sebep oldu. Bunun farkındayım ama kendimi bundan alamadığım bir noktadayım da aynı zamanda. Zaten sosyal medya kullanmak durumundasın. Yapmadığın zaman olmuyor ve kullandıkça bence bu zaten sana yerleşiyor. 

G.E.: Esra ben sana sosyal mecradan kalp atmaya bayılıyorum. Oyunda Jane ve Tony olarak ettiğimiz kavgada bu durumu anlatan şöyle cümleler var.. 'Ben seni hiç bir zaman kıskanmadım. Ben seni kıskanmamak için çok uğraştım. Şu dediğin lafa bak. Sanki birbirimize karşı başka bir şey hissedemezmişiz gibi konuşuyorsun ve bunu sen diyorsun. Bütün dünya böyle hissedelim istiyor zaten'.  

E.R.: Kadın davranışları, döngüleri hakkında konuşan erkekleri duyuyorum. İnanılmaz kendinden emin ve bir cinsiyeti bi torbaya atarak, kesin bir dille üzerinde tepinebiliyor. Ne hakla? Sen bir davranış bilimci misin? Sen antropolog musun? Yok efendim ilişki koçu… “Kadınlar şöyle davranmalı, kadınlar böyle yapmalı” deyip duruyorlar. Siz bu konuda bir durun, bir konuşmayın mesela…

Bu sohbet şahane ama beni bıraksanız daha saatlerce sorarım, o yüzden sadece “eklemek istediğiniz son bir şey var mı” diye soracağım.  

E.R. Oyunumuza gelmelerini isteriz. Craft'tayız. Gelsinler. İşte destek olsunlar.  

G.E.: Tiyatrolara gelsinler.. Bütçeleri yettiği kadar küçük oyunları takip etsinler.  

E.R.  El ele verip şu kültür sanatı bir yükseltelim arkadaşlar.