Çağdaş dans sanatçısı Gizem Seçkin’in “The Undeniable Existence of Memory” isimli kısa filminin özel gösterimleri geçtiğimiz günlerde yapıldı. Film “bilinçaltını yaşanmış bir eve dönüştüren on altı dakikalık bir dans filmi” olarak tanımlanmış.
Sanat yönetmeni Keihan Khasmakhi ile birlikte yönetilen ve tek planda gezici bir kamera ile çekilen filmde sahnede görmeye alışık olduğumuz Gizem’i, “bedeni arşiv olarak ele aldığı” farklı bir hâlde izliyoruz. Gizem filmde, “göçmen ailesinin köklerinden, koparılmış geçmişinden izler taşıyan odalar arasında dolaşır, her oda, bu geçmişin bir parçasıdır…”
İzlediğimiz anların, renklerin, objelerin, mekânın ve bedenin akışının tüm samimiyeti içinde Gizem ile filmin hikâyesini konuştuk…
En baştan başlayalım... Bu kısa filmin fikri nereden çıktı?
Uzun süredir bir şekilde üretimler yapıyorum. Yaptığım üretimlerin yönü de son zamanlarda kendi beden arşivim üzerinden ilerliyor. Hem aile geçmişim hem kendi yaşanmışlıklarım içinde araştırmalar yapıyorum. Bu proje de aslında kendimi bildim bileli varmış… Gittiğim yerler gerçek..
İçine kapanık ve kendi dünyasında bir çocuktum o yüzden kafamın içinde kurduğum alanlara çok bağlıydım. Hâlâ da öyleyim. Bu araştırmalarımın içinde karşılaştığım anı depomu, evimi, bir şekilde somut hale getirme ihtiyacı duyuyordum ve canlı performans yerine anılarım üzerine daha kalıcı bir şey yaratmak için bir kayıt oluşturma fikriyle bu kısa film projesini yazdım. Sonrasında Converse All Star Projects sayesinde bu fikri gerçekleştirdik.

Hazırlık ve çekim sürecinden bahseder misin? Mekân, planlar ve objeler filmde çok önemli bir yere oturuyor diye düşünüyorum. Filmin görsel yönetmeni ile çalışmalarınız, mekân ve planların kararı ve objelerin seçimleri nasıl yapıldı?
Hazırlık uzun bir süreçti ama yine de sıkışıktı çünkü hem görüntü yönetmenimiz İlkin Eskipehlivan hem kostüm tasarımcımız Tuba Geçgel çekim öncesi yurtdışından geldi. Bu yüzden aylar öncesinden sürekli toplantılar yapsak da her şeyin toparlanıp hazır olması çekimden önceki son günlerde oldu. Yaptığımız ön çalışmalarla tabii ki her şeyi netleştirmiştik, bu çok kolaylaştırdı işimizi.
Projeyi hazırlarken mekâna ve objelere dair ilhamları görselleştirmiştim. Kullanmak istediğim objeleri anılarımdan seçtim; hem benimle bağlantılı olan hem de herkesin bir şekilde kendi bağlantısını yaratabileceği objeler seçmeye çalıştım. Ayakkabı bağcığı projenin çıkış noktalarından bir tanesi. Bağlanmanın birçok şeklini gösteren ama hâlâ gitme gücünü de temsil edebilecek bir materyal olarak hikâyeyi oluşturan önemli bir unsurdu. Sürece ve projeye sonuna kadar inanıp her alanında oluşmasına yardımcı olan filmi beraber yönettiğimiz Keihan Khasmakhi de objeleri seçmemde projenin sanat yönetmeni olarak çok yardımcı oldu. Hem hazırlık hem “post” sürecinde beni en çok anlayan kişi oldu kendisi.
Çekimlerde sabit kamera kullanmak istedim ve biraz daha gözetleyen/gözlemci açılar tercih ettik. Hikâyenin anlatımı açısından mesafeyi de yakınlığı da bu şekilde oluşturmaya çalıştık. Mekân daha önce bildiğim bir yerdi ve ben projeyi anlatınca arkadaşım sorgusuzca bana evini açtı, çekimi tek günde yaptık ama bildiğimiz bir evde olmak ve daha öncesinde orada uzun vakitler geçirmiş olmak her şeyi çok hızlı halletmemizi sağladı. Filmin benim için yeni taraflarından biri, aslında her şeyin çekimden sonra başlamış olması. Filmi yavaş yavaş oluşturmak, “edit” süreci, müzikleri oturtmak, üzerine metin yazıp seslendirmek ve bazı seçimlerimin değişmesine izin vermek bambaşka bir süreçti.
Bir dansçı olarak hem bu film özelinde hem de genel olarak tüm performanslarında mekânla / alanla nasıl bir ilişki kuruyorsun? Elbette bu filmde biraz daha kişisel bir hikâye üzerinden kurduğun ilişki söz konusu ama yer aldığın diğer projelerde beden ve mekân arasında nasıl bir ilişki oluyor?
Dansçı olarak sürekli farklı mekânlarda, sahnelerde performans yapmamız gerekiyor. Toplu işlerde genellikle beraber yarattığımız atmosfer ve enerji üzerinden mekânla iletişim kuruyorum. Böyle olunca bence her mekâna hızlıca uyum sağlamak daha kolay oluyor. Kendi üretimlerimde ise mekânı kendim yaratmayı tercih ediyorum. Bu filmde de böyle oldu, sahne işi olarak ürettiğim solo eserim “a single lace floating in space”de de öyleydi. Sahnede çamaşır ipi, kuru çiçekler, rüzgâr ve ışıkla mekânı dönüştürüyorum ve hem izleyiciyi hem kendimi farklı bir atmosferin içine alarak performansa başlıyorum. Ya da Uğur Acil ile ürettiğimiz “Timeless being Project” işinde de hem dijital hem fiziksel olmak üzere iki farklı mekân yaratıyoruz. İş kendi mekânını yaratınca bence hareketi de besliyor, dönüştürüyor ve farklı hareket biçimlerine yol açıyor. Bu yüzden mekânı hayâl etmek, hissetmek, zamanını alarak görmek ve içinde vakit geçirmek çok önemli diye düşünüyorum.

Sınırları veya tanıdığın hareket alanı üzerinden dansı bir hikâye anlatım yöntemi, mecrası olarak nasıl tanımlarsın?
Günümüzde dansın tanımı çok genişledi ve değişti. Her hareket bir dans olabilir belki de. Bu, niyetinize ve yarattığınız alana/enerjiye bağlı. Hareket en belirgin iletişim şekli benim için ve bazen anlaşılmak zorunda hissetmeden özgürce iletişim kurabildiğim tek alan. Sanırım dansın bir açıklama borcu olmamasını seviyorum… Sorduğun soruya net bir cevabım yok ama dansın anlatım gücündeki bu tanım koyamama hali de bir nevi cevap olabilir.
Seni daha önce genellikle topluluk işlerinde izledim. İlk defa solo olarak izliyorum. Burada odak tamamen sende... Bu sana nasıl hissettirdi?
Solo çalışmanın hem avantajları hem dezavantajları var. Odak meselesi de ilginç bir konu ve biraz ince bir çizgi bence. Süreçte karakteri bilinçaltımda yarattığım bir persona olarak kurguladığım için odak mevzusunu düşünmedim. Ne kadar kendimin en içinden bir şey yaratmış olsam da performansın içindeki var olma halim, günlük benin çok dışında. Bu yüzden bana odaklanılıyor gibi düşünmüyorum, bence çok başka bir yer orası. Ama tabii, filmin gösterimini yapıp izleyenlerin karşısına çıktığımda; işte oradaki odak korkutucu ve çok heyecanlıydı.
Sahnedeki performanslardan biraz daha belirgin olarak burada teatral bir anlatım var ve dolayısıyla yalnızca bedeninle değil, yüzündeki ifadelerle de izliyoruz seni ve anlatımı. Buna ayrıca çalıştın mı?
Performansı bir film olarak kurgulamak ve buna hazırlanmak yeni bir süreçti, stüdyoya girdiğimde de kamera fikrinden uzaklaşarak çalıştım. Çalışırken tabii ki görmek istediğim açılar beliriyordu ama kamera karşısına geçme fikrindense performansı ve dünyayı yaratma fikrine odaklandığım için bütün ifadeler kendiliğinden oluştu ve oturdu. Yani buna ayrıca çalışmadım, süreçle beraber kendisi oluştu.
Bu film senin için bir sürecin başı mı, ortası mı yoksa finali mi?
Kesinlikle bir şeylerin başlangıcı oldu, daha üstüne koymak istediğim şeyler ve üzerine çalışmaya başladığım üretimler var o yüzden filmi yapmış olmak da bir final değil yeni bir açılım bence. Üretimin yeni yollarını keşfetmek, farklı disiplinlerle buluşmak beni meraklandırıyor. Sanki sürecin sürekliliğinde, ortalarda bir yerdeyim.
Filmin bundan sonraki yolculuğunda nasıl planlar var?
Daha yolculuğu yeni başlıyor diye düşünüyorum. Filmi bir performans gibi kurguladım ve şu an her yeri uzun süreler dolaşabilecek bir formda olması beni çok heyecanlandırıyor. Şimdi hem film hem dans filmi festivallerine başvuru sürecimiz var. Bununla beraber sezon içinde özel gösterimler yapmak istiyorum. Bunun için görüşmeler yapıyorum. Festival sürecinden sonra da umuyorum ki bazı platformlarda izlenebilir olacak.





