Sanatın öyle bir yanı var. Sahiplenmek istiyor insan sevdiği işleri ve onları yaratanları. Tabii bazen işleri ve sanatçıyı ayırmak gerekiyor, “bu güzel işi böyle bir insan nasıl yapmış olabilir” denecek tanışmalar yaşanabiliyor. Neyse ki Barış Demirel o insanlardan değil. Bir akşam Şile’de tanıştığım “çok konuşan, komik biri” diye hafızama kaydedip sonra gidip şarkılarını dinlediğim ve ardından herkese dinlettiğim Barış Demirel’in trompetinde, notalarında ve sesinde az bulunan duygular mevcut. Sadelik, gerçeklik, yaşanmışlık, huzur, güzel hikâyelerin rayihası var bu şarkılarda.
Müzikte 10. senesini dolduran Barış, geçen ay Zorlu PSM’de 10 yılın en özel konserini verdi. Sahneye idolü Sibel Alaş’la çıkıp “Adam” şarkısını seslendirdi. Can Kazaz ve Aga B konuk oldu. Kendi dinleyicisi ile gönlünce coştu. İşte bu konserin öncesinde, kuliste Rast’ın sorularını cevaplamaya başladı.
Şimdi karşınızda Barış Demirel.
Kimdir Barış Demirel?
36 yaşındayım. Müzisyenim. Galatasaraylıyım. Doğma büyüme Kadıköylüyüm.
Seni hiç tanımayan, hiç dinlememiş birine müziğini nasıl anlatırsın?
10 yılda solo ve farklı projelerim olmak üzere 6 albümüm var, 7. de yolda. Çok farklı tarzlarda müzisyenlerle de işbirliğim olduğundan kısaca şöyle diyeyim: Bu coğrafya ve etrafındaki seslerden ilham alan bir trompet sanatçısı ve Abba’dan Zappa’ya kadar müzik dinleyen birinin yazdığı ve söylediği şarkılar, albümler, konserler…
Önce hangi şarkılarını dinleyerek seni tanımaya başlamalı hiç dinlememiş olanlar?
Şimdilik şöyle bir sıralama olabilir:
1- Kâkülünde Ak Oldum
2 - Kanadıkırık
3- Ağahamam Apartmanında Bir Çiçek
4- Hesabımda 12 TL
5- Gönül Yoldaşını Bulur
Trompetle nasıl tanıştın?
Çocukluğumdan beri sesine, görüntüsüne ve icra edilişine hep kolayca tavlanırdım. 2008’de bunu ciddiye aldım.
Trompet, içindekileri sese aktarman için bir araç mı, bir uzvun mu yoksa yoldaşın mı?
Trompetler geçici, üflediğimse kalbim.
Gönül yoldaşını bulur mu sahiden?
Beklemediğim, kovalamadığım, aramadığım bir dönemde öyle bir buldu ki… Buluyormuş ya da benim şansıma oldu bir şeyler… Arıyormuşum da haberim yokmuş belki de.
Kadebostany ile nasıl tanıştınız? Yeni işler gelecek mi onlarla?
5 yıl önce Ankara’da konserimize denk gelmiş, çok beğenmiş. Sonrasında kısa bir iletişimimiz oldu ama asıl tanışmamız “Mutluluklar” albümünde oldu. 2 şarkıma remix yaptıktan sonra birlikte yeni şarkılar yapmaya başladık. Zaman içinde birbirini bilen, müzikal konularda hep dirsek temasında olan iki arkadaş olduk. En son geçen sene, ortak bestelediğimiz 2 İngilizce şarkı yayınladık. Yeniden üzerine çalışacağımız şarkılar illa ki olacaktır.
Müziğinin çok katmanlı yapısına bayılıyorum! Bu katmanlar nasıl oluşuyor, bir BD şarkısı dünyaya nasıl geliyor?
Hiçbir zaman tek bir tarza ya da belirli kalıplara bağlı müzik yapmak istemedim. Duymak istediğim sesleri ve tavırları müziğime yansıtmayı seviyorum. Farklı tarzlarda müzikler dinlemek, bana ilham veren eserleri keşfetmek, müziğimin katmanlarını oluştururken büyük fayda sağlıyor. Ayrıca, farklı enstrümanlar çalabilmek, kendi prodüksiyonumu yaparken bana büyük bir özgürlük ve rahatlık sağlıyor.
Sahnede hep farklı futbol üniformaları giyiyorsun. Bunun hikayesi nedir?
Ortaokul yıllarından beri forma biriktiriyorum. Zamanla bir vintage forma koleksiyonuna dönüştü bu. 90’lar ağırlıklı bu formaların çoğunun bende hatırası var. Çocukken çok isteyip sahip olamadıklarım da var. Şimdi hepsi dolabımda. Şu aralar giyimde forma kombinleri moda fakat ben 2008’den beri formayla çıkıyorum sahneye, onu bir söyleyeyim de…
En kıymetli formaların hangileri?
Juventus 95 a (UCL Final)
Galatasaray 2000 h (UEFA Super Cup Final)
Marsilya 93 h
İngiltere 97 a
Fransa 98 h
İtalya 98 h
Galler 97 h
Gibi gibi…
En çok nasıl bir ruh halindeyken üretiyorsun?
Her haldeyken üretiyorum; eskizler, kayıtlar… Sonra bunların işlenmesi var. Sanırım o süreçteki ruh halim daha önemli. Bazen mutlu bir moddaki müziğe yazılan hafif dertli sözlerin etkisi bambaşka oluyor. Söz kısmını genelde en sona bırakıyorum. Söz yazmayı sevmiyorum. İyi söz yazan çok ama çok az kişi var. Kendine ait sesi ve ifadesi olan da çok az kişi var.
Müzik dışında ilham aldığın ya da yapmaya çalıştığın, ilgilendiğin sanat dalları var mı?
Hiçbirinden futbol kadar ilham almıyorum desem?
Sahnede çalmayı en sevdiğin şarkı hangisi?
Kâkülünde Ak Oldum ve Kanadı Kırık’ı çalmayı hep seviyorum. Zaten kendi dinleyicime verdiğim konser çok keyifli oluyor. Şarkıları bilen, söyleyen, benim için oraya gelen bir sürü güzel insana bir şeyler sunmak harika bir his. Orada şarkılar arasında fark olmuyor işte.
Bağımsız bir müzisyen olmanın zorlukları ve iyi yanları neler?
Fikirsel ve sanatsal açılardan beni bir kalıba sokan ya da direten bir kişi veya firma yok. Ama hep bilinen plak şirketleriyle çalıştım. Bunun sebebi para. Benim işime karışmayıp beni ekonomik ve tanıtım konularında desteklemeleri önemli bir şey. O dijital platformlardan gelecek mikroskobik gelirlerle olacak iş değil. Kendim için böyle düşünüyorum. 10 yıl sevmediğim işlerde çalıştım, üç kuruş paraya geçinmek için. Yıllık izin alıp Avrupa’nın güzel festivallerine konser vermeye gittim. İşte o dönem tam olarak “bağımsız” ve mutsuzdum. Bir de şu var: Hadi plak şirketiyle çalışmıyorsun ama bir sürü kapitalist markanın yüzü olabiliyorsun, reklamlara çıkıyorsun ve gün sonunda “bir bağımsız müzisyenin başarısı” olarak lanse edilebiliyor. Burada bir tekinsizlik, çelişki var. Müzik sektöründe Don Kişot oldun da Bangladeş’te günlük 1 cent’e taşeron firmalar üzerinden çocuk işçiye yaptırılan bir kıyafet markasının elçisi olmak farklı bir evrende mi geçiyor? Bağımsız müzisyen şu devirde ne demek? Dijital platformların şu anki durumu ve müzisyenler üzerindeki üretim alışkanlıklarına direkt etkisi endişe verici. Hızlı, tüketilebilir içerikler... Aç-bitir hindi salam gibi. Bağımsız mıyım bilmiyorum ama kimseye eyvallahım olmadan üretebilmek, albümler kaydedebilmek bana iyi geliyor. Bundan eminim.
Roxy Müzik Günleri deneyimin var. Eskiden bu tarz yarışmalar çok daha fazlaydı. “Yarışma”ya katılmak bir müzisyenin yolunu nasıl açıyor sence? Sosyal medya ve streaming servisleri daha mı faydalı tanınmak için yoksa yine yarışmalar olsa daha kaliteli müzikle tanışma şansımız artar mı?
Roxy Müzik Günleri’nde 2011’de birincilik ödülü almam bana iyi bir rüzgar olmuştu. Başlangıç için ilk özgüven tohumları… Benim zamanımda ve hele ki 90’lar ve 2000’lerdeki en önemli müzik etkinliklerinden biriydi. RMG bir müzik festivali gibidir. Jürinin sevdiği gruplara da para ve ekipman ödülleri verilir. Teşviktir. Ben ödül aldığımın ertesi günü cumartesi sabahı işe gitmiştim. Ve dediğim gibi bir 10 yıl öyle geçti. Roxy de bir teşvik durumudur. Daha fazlası değil.
Rast’ın ilk günlerinde bizim için çok güzel bir “rastlaşma hikayesi” yazmıştın. Rastlantılara ve rastlantıların yarattıklarının iyi olacağına inanıyor musun?
Tabii ki. Çok anlam yüklemiyorum ama genelde rastlaşmaların hayallerime katkısı çok oluyor. Bu arada Rast’taki o yazımdan birkaç ay sonra yazıdaki eski dostumla yeniden karşılaştık. Yalandan hesap sorasım geldi ama donuktu bir şeyler. Halim yoktu. Yolda karşılaştık, Söğütlüçeşme’den Şişhane’ye kadar birlikte gittik. Yolda dedim ki: “Ne öfkem kalmış ne özlemim, sana hiç kızacak bir şey kıvılcımlanmıyor bile içimde.” Sarıldık, herkes kendi yoluna...
Son olarak, 18 Aralık’ta Zorlu PSM’de verdiğin konserinden ve senin için öneminden de bahsedebilir misin?
İlk albümümden beri 10 yıl geçti. 6 albüm çıktı, 7.si yolda. Bir tür zaman tüneli gibiydi. Bir kariyer özeti konseri gibi... 2 saat 40 dakika çaldık. 10 yılda verdiğim en güzel konser olarak hatırlayacağım. İlk celebrity crush’ım, en sevdiğim şarkının yaratıcısı Sibel Alaş ile birlikte Adam söyledik. Değerli Can Kazaz ve Aga B ile gecemizin enerjisi daha da yükseldi. Mekanı dolduran, hep bir ağızdan şarkılar söyleyen, duygudan duyguya sörf yapan, alabora olan herkese çok teşekkür ederim. Unutmayacağım bir gece oldu.
Yakında bir Hamburg konserin var sanırım. Heyecanlı mısın?
Evet, Hamburg’ta, Knust’ta. Knust, Avrupa’nın güzel kulüplerinden biri. Özellikle orada çalacak olmak beni heyecanlandırıyor.