Kerem Ölmez, Türkiye’den göç eden çoğu kişinin aksine, adresini yine Akdeniz sınırları içinde tutan bir beyaz yakalı. Şu an Avrupa’nın büyük sigorta kuruluşlarından Generali firmasının global marka ve dijital marketing direktörü olan Kerem, 2020 yılında hayatını değiştirmeye karar veriyor, İstanbul’u ve İstanbul’a dair çok sevdiği şeyleri (futbol maçları ve gece hayatı dahil) geride bırakıp İtalya’nın oldukça küçük ve sakin bir şehrinde, Trieste’deki bir iş fırsatını değerlendiriyor. Trieste ona 4 yıl boyunca İtalyancasını geliştirme, kaotik Türkiye hayatının stresini atma ve İtalyan umursamazlığına alışma fırsatı veriyor. 2024 yılında ise halihazırda çalışmakta olduğu Generali firmasında “Global Head of Brand & Digital Marketing” pozisyonuna yükseliyor ve bu da onu Milano’ya taşıyor. Kerem Ölmez ile İtalya’nın göbeğindeki bu kendi deyimiyle “İtalya’dan farklı ama İtalyan” şehrindeki yaşamını, sigorta sektörünü ve kültür farklılıklarını konuştuk.
Şu an bu soruları cevaplarken orada saat kaç?
Şu an saat 18.35, Cuma akşamı.

Milano’ya nasıl taşındın?
İtalya’ya iş için taşındım. İstanbul’da çalıştığım şirket İtalya menşeiliydi. Pandemi zamanında İtalya ofisine geçtim. 2020 yılından 2004’e kadar Trieste’de yaşadım. Milano’ya ise 2024 Temmuz’da taşındım, yine aynı şirkette başka bir pozisyona geçtim. Bu şekilde İtalya’da 5, Milano’da 1 yıldır yaşıyorum.
Bir günün nasıl geçiyor?
Tamamen çalışmayla geçiyor. Çok fazla çalışıyorum, bunu da buraya taşındığımdan beri hissediyorum. Buranın genel modu ciddi bir çalışma hali… İtalyanlar da hep bunu söylüyor. Milano iş, business şehri. Ne yaparsan yap çok çalışıyorsun burada. Dolayısıyla hafta içleri ofise kapalı bir beyaz yaka olarak geçiyor hayatım. Hafta sonları da bir toparlanma ihtiyacı hissediyorum fakat hafta sonu olunca da keyif alınabilecek aktivitelere zaman ayırmaya çalışıyorsun. Konser, sinemaya git, gez dolaş… Parklara git… Buranın en güzel şansı yakınlardaki başka yerlere gidebilmek. İstanbul’da bu çok zor, bir yerden bir yere gitmek olay. Burada kolaylıkla başka güzel şehirlere, denize, dağa gidebiliyorsun. 1 saatlik mesafeyle hem denize gidebiliyorsun hem de dağa kayağa gidebiliyorsun. İki adımda Alpler’desin. Bu çok büyük bir avantaj. O yüzden de hafta sonlarım genelde seyahatle geçiyor.

Günlük rutinlerin var mı?
Milano’dan önce yaşadığım Trieste’de daha fazla rutinim vardı. Küçük bir şehirdi ve rutinlerle yaşamak için çok uygundu. Hiçbir şey yapmak için vakit kaybetmiyordun. Türkiye’de küçük bir Anadolu şehrinde yaşamak gibi. Evden bir yere gitmek zor değil. Esnafı tanıyorsun. Her gün kahve içtiğin, kahvaltı için gittiğin yerler belli… Burada çok rutinim yok. Sadece her sabah ofise gitmeden önce cafeye uğrayıp kahve ve brioche ile kahvaltı yapmak tek rutinim olabilir. Bir de tabii burada müdavimliğe de rutinlere de koyabileceğin aperitivo alışkanlığı var. Aşağı yukarı her gün insanlar iş çıkışı “bir şeyler içelim” diyerek akşam yemeğini atlıyor. Bu nedenle oluşan bir rutin ve müdavimlikler var diyebilirim.
Orada yaşamak sana başka bir ülkede yaşarken öğrenemeyeceğin neler öğretti?
Zor bir soru… İtalya özelinde daha yavaş ve daha “hallederiz, nasıl olsa olur” modunda yaşamayı öğretti galiba. Çünkü burada her şey yavaş. Bizdeki gibi hızlı değil. Bizim sabırsızlığımız, bir an önce olsun, “Hadi artık” modu bende de çok vardı ama bu 5 yıl içinde törpüledim bunu. Daha yavaş olmayı öğretti. Yeni şeylere alışabileceğini, yeniliklerin çok da kötü bir şey olmadığını öğretti. Özellikle her hafta sonu kayağa gidebilmek, kayağın burada her kesimden insanın yaptığı bir aktivite olması çok güzel. Her boşlukta şehir dışına gidip doğada vakit geçirebilmek çok güzel.
Başlarda orada yaşamaya dair zorlayan noktalar oldu mu?
Meşhur İtalyan bürokrasisi, devlet daireleri, işlerin ilerlememesi… Burada e-devlet gibi bir sistemin olmaması çok zorladı beni. Ben expat olarak değil; lokal kontratla geldim ve belli bir yaştan sonra vergi, kağıt, evrakla uğraşmak zor geliyor. Sistemleri de çok karışık.

Dünyanın moda başkentinde yaşamak, erkeklerin her daim şık olduğu bir şehirde olmak moda anlayışını değiştirdi mi?
Erkeklerin her daim şık olmasına katılmıyorum ama genel olarak İtalya’nın genelinde erkeklerde minimum bir tarz var. Orta yaş ve üstü hep bir kanvas pantolonunu giyer, omzuna Hıncal Uluç tarzı o kazağını asar. Türkiye’de çok büyük alışkanlıkla sandaletle, eşofmanla dışarı çıktığım olurdu. Burada mümkün değil. Bir pazar günü eşofman altıyla brunch’a gitmek gibi bir durum hiç yok. Bu çok şaşırtmıştı beni. Giyim kuşam konusunda zevkimi daha sadeleştirdi. Daha düzgün ama sade giyinmeye dikkat ediyorum.
Aramızda çok büyük bir zaman farkı yok ama senin de belirttiğin gibi zamanı kullanma farkı var. Orada Moda Haftası gibi dönemler dışında daha sakin ve daha az kalabalık olması ama daha önce yaşadığın Trieste kadar da sakin olmaması iyi geldi mi sana?
Burada Moda Haftası evet çok delice ama onun dışında da yıl boyunca başka çok büyük etkinlikler oluyor. Mesela dev bir mobilya fuarı var, işiniz yoksa kimseye bu dönemde Milano’ya gelmeyi tavsiye etmem. Bir de Design Week var, o da çok hareketlendiriyor şehri. Sakinlik konusunda ise bende bir “roller coaster” durumu oldu. Daha önce yaşadığım Trieste, Anadolu’nun bir köyü gibiydi. 200 bin nüfuslu olsa da çok büyük bir alana yayılmış, deniz kenarı ve hepsinin yanında bir sınır şehri. Tamamen izole, rahat, 4 senede neredeyse hiç araba kullanmadığım bir şehir olması bana çok iyi gelmişti başta ama bir süre sonra sıktı. İtalyanlarla konuşursan Milano inanılmaz kalabalık, çok trafikli, çok hızlı, havası kirli… Bizim İstanbul’u tarif ettiğimiz gibi tarif ediyorlar ama bir skalada değerlendirecek olsam Milano’da tüm bunlar İstanbul’un 30 kat daha az aşağısında. Dolayısıyla Trieste’den buraya gelince çok yavaş ve rahat gelmedi ama aslında İstanbul’dan geldiğimi düşününce iş değişiyor. Toplu taşıma çok rahat. Dümdüz bir şehir, bisikletle istediğini yapabiliyorsun. Belediyenin sınırsız bisiklet hizmeti olması, mikro mobilitenin ve tren hatlarının çok gelişmiş olması muazzam. O açılardan “bu hızdaki yavaşlık” bana iyi hissettiriyor.
Zaman kavramıyla ilgili aramızdaki farklar ne? Biz hep geç kalan bir milletiz ya, İtalyanların rahatlığı buraya da yansıyor mu?
İtalyanlar dakikler ama erteleme çok fazla var. Hiçbir iş verilen günde, verilen saatte bitmiyor. Ama olur da şanslıysan ve biterse zamanında oluyor. Burada bazı yerlerde verilen randevunun, dakikliğin hiçbir anlamı yok. Mesela belediyede sana 13.47 gibi bir saate randevu verebiliyorlar. Sen de 13.40’ta gidip “Erken geldim” diye sevinirken “Ama sabah 7.30’da gelip sıra numarası alman gerekliydi” gibi şeylerle karşılaşabiliyorsun. Bu tip sürprizlerin dışında öyle çok geç kalırlar, sallamazlar gibi bir durum yok. Burada zamanla ilgili en büyük sorun çoğu yerin kapalı olduğu saatlerin fazla olması. Bizdeki gibi restorandan markete neredeyse 24 saat açık yaşayan bir yer değil. Ağustos’ta her yer kapalı, tatillerde de öyle. Bunları bilmek gerekiyor Milano’ya gelmeden önce.
Türkiye’ye dair neleri özlüyorsun?
Ege Denizi’nde yüzmeyi özlüyorum. Bence dünyadaki en güzel deniz Ege ve bence en güzel bölge. Zeytini, peyniri, denizi. Burada Puglia’ya benziyor ama aynı değil. Galatasaray maçlarına gitmeyi özlüyorum. Hayatım boyunca yaptığım bir aktiviteyi 5 yıldır yapamamak üzüyor.
“Dating scene” (Flört dünyası) nasıl orada?
Rahat, çok rahat. Dating’den ziyade her alanda insanlar tanımadıkları biri ile konuşma konusunda rahatlar ve bu da her şeyi kolaylaştırıyor. İş dünyasında bile bu çok dikkatimi çekiyor. İnsanlar birbirleri ile konuşmaya, iletişim kurmaya, samimi olmaya çok açıklar. Türkiye’de benim gözlemlediğim kadarıyla ya “çok sık görüştüğün insanlar ya da tamamen görmezden geldiğin insanlar” gibi bir ayrım vardı. Burada öyle bir şey yok ve her şeye yansıyor haliyle.

Uzun zamandır sigorta sektöründesin. Bu alanda çalışırken kendimizi koruma, geleceğimizi güvence altına alma, öngörülü ve tedbirli olma gibi konularda aramızdaki farklar neler?
Sigorta sektöründe, pazarlama-satış-dijital taraflarındayım. O nedenle hedef kitleyi ve insanların davranışlarını çok analiz ettiğimiz bir iş yapıyorum. İtalya, sanırım sigorta konusunda Türkiye’ye en çok benzeyebilecek ülke. Özellikle Orta ve Güney İtalya. Sigorta bilincinin çok düşük olduğu, sahte hasar gibi durumların çok fazla olduğu, fiyat bazlı çok yaklaşılan ve zorunlu sigortalar dışında sigorta pek yaptırılmayan bir yer. Kuzeye geldikçe ise değişiyor bu. Dijital sigortacılık anlamında İtalya daha ileride. Türkiye’nin o alanda gideceği yol çok. Fakat çok ilginçtir ki sigortaya çok yakın olan bankacılık sektöründe Türkiye çok daha gelişmiş durumda. Türkiye’deki bankalar, dijitalleşme ve müşteri yaklaşımında İtalya’dan da Avrupa’nın birçok ülkesinden de fersah fersah önde. Bu ilginç geliyor bana. Bu sektörlerle ilgili daha çok yatırım ürünleri, hayat sigortası gibi daha orta ve üst sınıfa hitap edebilecek konularda İtalya daha ileri diyebilirim. Finansal okur-yazarlık burada da Türkiye gibi çok düşük. Fakat özellikle belli bir kesim, orta yaş ve üzeri, belli varlığı olan insanların finansal bilinci, yatırım alışkanlığı Türkiye’den çok daha fazla. Ev ve gayrimenkule yatırım burada inanılmaz çok, Türkiye’de bu artık çok zor. Genci-yaşlısı gayrimenkul almaya çalışıyor. Bu yüzden de herkesin bir mortgage borcu ve haliyle buna bağlı sigortaları var.
Kurumsal hayat buradaki kadar vahşi ve yıpratıcı mı?
Sosyal güvence, çalışan hakları, çalışanın sahip olduğu güvenceler inanılmaz boyutlarda burada. Neredeyse hiç “kovulma riski” olmadan çalıştığın bir ortam. Sendikalaşma çok fazla. Öte yandan büyük bir atalet mevcut. Çalışanlar aynı yerde 20-25 yıl çalışıyor, bu da biraz üretkenliğin düşmesine sebep oluyor. Özel sektörde dahi birçok şirket, devlet dairesi kıvamında hayatına devam ediyor. 3 kişinin yapacağı işi 30 kişiye veren bir yapı. Bu da tıpkı Türkiye’deki gibi beyin göçüne yol açıyor. Gençler inanılmaz büyük bir oranda başka ülkelere göç ediyorlar. Hemen yanı başımızdaki İsviçre, Almanya ya da daha uzaktaki Amerika ve İngiltere’ye göç eden çok fazla genç var. Çok da yaşlanan bir toplum. Dolayısıyla devlet ve özel sektör yurtdışından işgücü çekmeye çalışıyor. Bu uzun vadeli bir denklem. Kurumsal hayatta ise çok benzer yanlarımız var, burası Türkiye kadar vahşi olmasa da. Kişisel ilişkiler burada da çok önemli. Arkadan gidip iş yaptırman, sürekli diyalog halinde olman lazım. Kahve makinalarının başındaki o ufak sohbetlerle günlerce süren toplantılarda çözülemeyen şeylerin çözülmesi, dedikodu gibi şeyler burada da var tabii.
Son olarak Milano’ya gelen kişiler nereleri gezip görmeli, deneyimlemeli?
Milano’ya gelirken tam bir İtalya deneyimi beklememek lazım. Çok nevi şahsına münhasır bir şehir Milano. İtalya’da yabancılara en açık şehir olabilir burası. Benim beş senedir bilet bulmaya çalışıp gitmeyi beceremediğim Leonardo da Vinci’nin The Last Supper tablosunun görülebileceği Santa Maria delle Grazie bazilikası var. Bileti önceden almak gerekli çünkü ziyaret saatleri sınırlı. Milano’nun çok güzel lokal mahalleleri var. Duomo, Galleria Vittoria Emanuele haricinde, o kadar turistik olmayan, görülmesi gereken yerler. Kuzey-kuzey doğu Milano’yu Porta Venetzia dedikleri bölgeyi gezmeli. Porta Romana bölgesi çok güzel. Daha lokal, daha genç yerler bulunabilir burada. Güzel bir aperitivo denemek şart. Milano’da muhteşem rooftoplar var. Çok ciddi bir konsept rooftoplar burada. Civarda da gezilecek çok yer var. Como zaten klasik olarak görülmeli. Özellikle Nisan-Ekim arası hafta sonu gitmekten kaçmak lazım ama görülmesi gerekli. Torino çok hoş bir şehir yakında. Çok daha küçük bir şehir Milano’dan ama dürüstçe söylemek gerekirse Milano’dan daha güzel. Kış aylarında gelindiyse kuzeyde dağlara kayak ya da sadece gezmek için de gidilebilir. Çok güzel göller var yakınlarda, Verona’ya doğru Garda Gölü çok güzel bir göl. Lago Maggiore görülebilir…
Longines Spirit Zulu Time 1925 modeli hakkında daha fazla bilgi edinmek için bu linke tıklayabilirsiniz.
“Orada Saat Kaç?” serimizdeki diğer röportajları okumak ve Longines saatleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için: Longines Sunar