Kahramanın ne olduğu, kahramanlığın sınırları, iyilik ve kötülüğün tanımı Marvel evreninde her zaman sorgulanan, izleyiciyi de sorgulatan konular oldu. Ama bu sorular, hiçbir zaman Thunderbolts kadar gri bir dünyada sunulmamıştı bize.
“Biz” derken, Marvel hikayelerinin tutkulu takipçilerini kastediyorum. Bu hikâyeler — Amerikan patriarşisi bakış açısını bir kenara bırakırsak — çizgi roman tutkunları, fantastik evrenleri sevenler ve aksiyon sineması izleyicileri için muazzam bir anlatı hazinesi sunuyor.
Marvel çizgi romanlarında ilk kez 1997’de karşımıza çıkan Thunderbolts, başta “yeni kahramanlar” hatta “Dark Avengers” olarak sunulan ama aslında gizli kimliklerini saklayan “kötü karakterler”den oluşan bir ekipti. Burada bir es vermek isterim çünkü bu karakterlerin hepsinin kötü olup olmadığı bir etik problemi. Hatta Reddit bu konuda uzun tartışmalara sahne oluyor. Ancak özetle yaşadıkları hayat sonucunda kiralık katil, suikastçi gibi “kötü” olarak adlandırılabilecek “işler” yapmak zorunda kalan kişiler bunlar. Süper kahraman değiller. Süper hiç değiller. Şimdi “kahraman” olarak adlandırılıp adlandırılmayacakları ise başka tartışmalı bir durum. Tartışmasız bir şey var ki bu kez dünyayı kurtarmak onların görevi.

Marvel Sinematik Evreni'nde, Avengers ekibi “Endgame” sonrası dağılmış durumda.
Tony Stark (Iron Man) ölmüş, Steve Rogers (Captain America) yaşlanmış ve takımdaki diğer üyeler kendi yollarına gitmiş durumda. Yani dünya, bir süredir “birleşmiş kahramanlar”ın koruması olmadan ilerliyor.
Tam da bu boşlukta, Thunderbolts gibi gri karakterlerden oluşan, hem kontrol edilebilir hem de gerektiğinde "kullanılabilir" bir ekip yaratılıyor. Ama mesele, onları bir araya getirmekten çok onları bir arada tutabilmekte.
Thunderbolts filmi, bu gri alanı perdeye taşıyor. Kadroda geçmiş Marvel yapımlarından tanıdığımız anti-kahramanlar var:

Florence Pugh, Yelena Belova rolüyle geri dönüyor. Onu ilk kez 2021 yapımı Black Widow filminde Natasha’nın küçük kız kardeşi olarak tanıdık. Acımasız ama içten bir karakter; aynı zamanda yeni nesil Black Widow.

Sebastian Stan, Bucky Barnes / Winter Soldier karakteriyle uzun süredir MCU'nun parçası. Onu ilk olarak Captain America: The First Avenger (2011) filminde tanıdık, ardından The Winter Soldier, Civil War ve en son The Falcon and the Winter Soldier dizisinde izledik. Vicdan ve geçmişin yüküyle boğuşan bir süper asker.

Wyatt Russell, John Walker / U.S. Agent rolünü ilk kez 2021 tarihli The Falcon and the Winter Soldier dizisinde canlandırdı. Devletin dayattığı "yeni Kaptan Amerika" olarak gelen, ahlaki olarak sorgulanabilir bir karakter.

David Harbour, Red Guardian (Alexei Shostakov) rolüyle Black Widow (2021) filminde karşımıza çıktı. Sovyetler'in süper asker denemesi, Yelena’nın baba figürü. Kaba ama sevecen.

Hannah John-Kamen, Ghost / Ava Starr karakteriyle 2018 yapımı Ant-Man and the Wasp filminde tanıtıldı. Kuantum dengesizliği yaşayan, görünmez olabilen ve acı içinde yaşayan bir karakter.

Olga Kurylenko, Taskmaster olarak ilk kez Black Widow (2021) filminde izleyiciyle buluştu. Sessiz, mekanik ama ölümcül; karşısındaki dövüş stilini birebir taklit edebilen bir suikastçı.

Ve ekibin başında: Julia Louis-Dreyfus, Valentina Allegra de Fontaine karakteriyle ilk kez The Falcon and the Winter Soldier dizisinin finaline doğru göründü. Sonrasında Black Widow ve Black Panther: Wakanda Forever gibi yapımlarda da belirdi. MCU'nun yeni “karanlık stratejisti” olarak ipleri elinde tutan gizemli bir figür.
Bu filmi asıl ilginç kılan, sadece karakterlerin gücü ya da geçmişi değil; onların içindeki çatışmaların bugünün dünyasına nasıl yansıdığı. Thunderbolts, sistemin inşa ettiği güvenlik duvarları çökerken, yerine ne konulabileceğini tartışan bir hikâye sunuyor. Kim iyi? Kim kötü? Kim kullanılabilir? Kim gözden çıkarılabilir?
Bu sorular sadece Marvel evrenine ait değil. Bugünün dünyasında da kahramanlar ve düşmanlar arasındaki çizgi gittikçe bulanıklaşıyor. Güç sahipleri hesap vermez hale gelirken, sistemin dışında kalanlar "yeni düzenin koruyucusu" ilan edilebiliyor.
Thunderbolts, bu ikiyüzlülüğü yüzümüze vuruyor.
Ayrıca film, “mükemmel kahraman” mitine değil, eksik, parçalı ve geçmişiyle boğuşan karakterlere odaklanıyor. Ve bu, günümüz izleyicisinin kendini daha çok bulduğu bir alan. Zamanın ruhu; sorunsuz ikonları değil, sorunlarıyla baş etmeye çalışan karakterleri izlemeyi tercih ediyor. Belki de bu yüzden Thunderbolts, yalnızca bir süper kahraman filmi değil; bir aidiyet, gölgeyle barışma ve sistemin içindeki bozulmayla yüzleşme hikâyesi.
Geçtiğimiz haftalarda ülke gündeminin üstümüze çöktüğü ve bir süper kahraman ekibinin bizi kurtarmasını hayal ettiğimiz günlerde, filmin 30 dakikalık bir ön gösterimini izleme fırsatım oldu. Tek söyleyeceğim: Gerçek hayattan kaçmak için mükemmel bir 2 saat 6 dakika bizi bekliyor! Florence Pugh’un filmin başrolünde olması ve bir gökdelenin terasından senaryo icabı, setteki herkesin itirazlarına rağmen hiçbir dublör kullanmadan kendi başına atlaması filmin en can alıcı yanı. Öte taraftan Seinfeld’in Elaine’i olarak tanıdığımız ve dahil olduğu her yapımı “Elaine xx rolünü oynuyor” diyerek izlediğimiz Julia Louis-Dreyfus, canlandırdığı Valentine Allegra de -Fontaine karakteriyle, bu filmde diğer MCU yapımlarından daha fazla öne çıkıyor ve hiç şikayetçi değiliz.
Filmi izledikten sonra neredeyse tüm ekiple ve filmin yönetmeni Jake Schreirer ile Zoom üzerinden kısa röportajlar yapma imkânım oldu ve film şimdi daha da etkileyici görünüyor.



























JULIA LOUIS-DREYFUS VE GERALDINE WISVANATHAN
Bu iki farklı nesilden iki güçlü oyuncu filmin hikâyesini hem başlatan hem de en çok etkileyen kişiler. Julia Louis-Dreyfus, entrikacı ve stratejik bir hükümet ajanı hatta CIA yöneticisi olan Valentina Allegra de Fontaine rolünde geri dönüyor. Kendisi aslında Thunderbolts ekibini perde arkasından yönlendiren güç. Geraldine Viswanathan, son anda rolü devralarak ekibe katılan yeni karakter, asistan rolündeki Erin olarak Valentina’nın saha destekçisi ve kontrol mekanizması görevini üstleniyor. Aralarındaki ilişki hiyerarşik ama gerilimli; Val’in soğukkanlılığına karşı Erin'in genç ve sorgulayıcı tavrı filmde ikili arasında çatışma ve mizah yaratıyor.
Röportajda ise Julia Louis-Dreyfus tam bir “Elaine”di. Hazırcevap, komik, heyecanlı. Oldukça sakin ve cool duran Geraldine ise aslında konuşmaya, anlatmaya hazır ama biraz daha çekingendi.
Birçok insan için sen her zaman Seinfeld dizisindeki Elaine olarak kalacaksın. Bu da seni ekranda her gördüğümüzde yüzümüzde bir gülümseme oluşması demek. Oysa burada olduğu gibi tamamen farklı bir karakter canlandırdığında, bu senin için bir avantaj mı yoksa zorluk mu?
Julia Louis-Dreyfus: Belki de evet, bu bir avantaj olabilir. İzleyici tarafından sıcak karşılanmak güzel bir şey. İnsanlar seninle birlikte bu yolculuğa çıkmaya istekliyse — karakter anlamında, hikâye anlamında — bu harika bir şey. O yüzden bu durumu küçümsemiyorum. Avantaj olduğunu düşünüyorum. Başka türlüsünü de istemem açıkçası.

Bir Marvel filminde yer almanın en şaşırtıcı, en beklemediğiniz yanı ne?
Geraldine Viswanathan: Şaşırtan şey mi? Sanırım beni en çok şaşırtan şey, oyuncuların dublör sahnelerini gerçekleştirebilmek için ne kadar uç bir fiziksel çaba gösterdiğiydi. Bu iş için o kadar çok antrenman yapılıyor ki… Provalar, dayanıklılık çalışmaları, kuvvet antrenmanları… Yani herkes gerçekten kendini bu işe adıyor. Bu hiç de öyle “rahat” bir iş değil aslında. Oldukça zor bir iş. Bunu görmek etkileyiciydi bence.
J.L.D.: Buna ek olarak şunu söylemeliyim: Sadece oyuncular değil, bu tür bir filmi ortaya çıkaran her departmanda inanılmaz bir uzmanlık var. Aklına ne gelirse — mesela aksesuar tasarımı bile — herkes en iyisini ortaya koyuyor. Bu anlamda set ortamı gerçekten “eski usul Hollywood” gibi hissettiriyor.
Bu fiziksel antrenman süreci çok merak uyandırıcı. Biraz daha detay verebilir misiniz? Ne kadar sürüyor, neler yapıyorsunuz?
J.L.D.: İnanması zor gelebilir ama benim de birkaç küçük dublör sahnem vardı ve onları çalışmak gerçekten ilginçti. Marvel bu işler için devasa bir prodüksiyon kuruyor: Koca bir ses sahnesi neredeyse tamamen dublör çalışmalarına ayrılmış oluyor. İnanılmaz formda, esnek ve bu işi çok iyi bilen büyük bir ekip var. Çünkü en önemlisi güvenlik. Zeminler tamamen minderli, teller, emniyet kemerleri, askılar… Her şey var. Gerçekten sanki sirke katılmış gibisin! Ve bazı sahneleri oturtmak, birkaç hafta sürebiliyor. Bazı oyuncular için bu süreç oldukça uzun ve yorucu geçiyor. Ama buna değiyor.
Geraldine, senin için MCU evrenine adım atmak ve Mel karakterine hayat vermek nasıl bir süreçti?
G.V.: MCU evrenine bu şekilde giriş yaptığım için çok minnettarım. Mel karakteri kendini yeni bir gerçekliğe adım atarken buluyor. Ben de kendi adıma bu yepyeni evrene adım atarken çok benzer bir deneyim yaşadım. O yüzden çok organik hissettirdi, çok içgüdüsel bir geçişti.

Julia, diğer Marvel filmlerinde geri plandaydın. Şimdi komuta eden, yön veren bir role geçmek nasıl hissettirdi?
J.L.D.: Harikaydı! Gerçekten çok mutluyum. Zaten en başından beri plan buydu.
Yıllar önce Kevin Feige ve Joe Desposito ile görüştüğümde, bu karakteri oynamamı istediklerini söylemişlerdi. Ama önce onu başka filmlerde ve dizilerde “ufak ufak serpiştireceklerini”, asıl amacın onun daha sonra hikâyenin merkezine doğru yaklaşması olduğunu anlatmışlardı. Ve işte şimdi o gün geldi. Bu filmde karakterle daha derin bağ kurabileceğim çok daha fazla malzeme vardı. Bu yüzden gerçekten tatmin ediciydi.
Peki çok farklı bir enerjiye girip karakterini daha “gri” bir alanda canlandırmak nasıl bir deneyimdi?
J.L.D.: Özellikle Valentina karakteri söz konusu olduğunda, bu filmde onun hayatına dair biraz daha perde aralıyoruz. Neden böyle biri olduğunu, bu güç açlığının kökeninde ne olabileceğini keşfetmeye başlıyoruz. Ve bir oyuncu için bu tarz bir karakter — güce doymayan biri — oynaması tam anlamıyla bir rüya. Çünkü hem çok merak uyandıran bir özellik, hem de oyuncu olarak içine girmesi çok eğlenceli bir alan.
Thunderbolts'u, Guardians of the Galaxy gibi diğer Marvel Evreni filmlerinden ayıran şey sizce ne?
J.L.D.: Bu film kesinlikle kendi başına, çok farklı bir yerde duruyor. Bir anlamda, eski tarz Marvel yapımlarına bir dönüş gibi. Çünkü filmdeki dublör sahnelerinin büyük bölümü gerçekten fiziksel olarak çekildi, yani CGI değil. Yeşil perde kullanımı da oldukça azdı. Ayrıca filmdeki karakterlerin hepsinde bir “pürüz” var; biraz kirli, biraz dağınık... Ama bu onları daha insani kılıyor. Hikâye de karakter temelli bir hikâye. Yani izleyici, bu karakterlerin gelişimlerini takip ettiği için filme duygusal olarak daha kolay bağlanıyor.
G.V.: Bu film Marvel evreninde şimdiye kadar çok az işlenmiş daha karanlık temaları ele alıyor. Varoluşsal kaygılar, travmalar gibi. Ama bunları işlerken Marvel’a özgü aksiyon, mizah ve eğlenceyi de hâlâ sunuyor. Sadece bu kez içinde daha fazla duygusal derinlik ve anlam katmanı var.

Sette yaşanan en eğlenceli anlardan bazılarını anlatmanızı istesem?
G.V.: Florence harika bir havuz partisi verdi ve inanılmaz yemekler yaptı.
Gerçekten çok iyi bir aşçı.
J.L.D.: Ah, evet, kendisi tam bir yemek tutkunu. Yani hem iyi yemek yapar, hem de misafir ağırlamayı çok sever. O gün gerçekten çok güzeldi, unutulmazdı diyebilirim.
Farklı kuşaklardan kadınların birlikte çalışmasını izlemeyi çok seviyorum. Öğretici oluyor bence. Peki sizce karakterleriniz birbirlerinden ne öğreniyorlar? Ve siz, Julia ve Geraldine olarak sette birlikte çalışmaktan ne öğrendiniz?
J.L.D.: Öncelikle şunu söylemeliyim ki yeni bir arkadaşım var, Geraldine! Bunu söyleyebildiğim için çok mutluyum. Bu beni gerçekten sevindiriyor. Ama karakterim açısından bakarsak… Bence Valentina karakteri Mel karakterinden hiçbir şey öğrenmiyor.
Ama senin karakterin öğreniyor olabilir, ne dersin?
G.V.: Evet, bence de öyle. Çok fazla detay vermeden şunu söyleyebilirim:
Mel, Val’in yıllardır içinde bulunduğu bu dünyaya yeni adım atıyor. Ve bu başlangıçta onun için biraz sarsıcı olabilir ama sonunda yüzleşmesi gereken, anlaması gereken şeyler var — bu da onun için çok değerli. Julia'yla çalışmak benim için paha biçilemez bir deneyimdi.
O sadece kuşağının en büyük oyuncularından biri değil, aynı zamanda inanılmaz profesyonel, sıcak ve süreci çok eğlenceli hale getiren biri.
Seni kıskandığımı söyleyebilirim Geraldine!
G.V.: Ben olsam ben de kendimi kıskanırdım!

YÖNETMEN JAKE SCHREIRER
Kanye West, HAIM, Justin Bieber, Selena Gomez gibi isimlerin müzik kliplerinden ve Beef dizisi ile ünlenen Jake Schreier daha önce sinemada Paper Towns ve Robot & Frank adlı biraz daha romantik, biraz daha naif iki filmle çıkmıştı karşımıza. Bu nedenle Thunderbolts’da adını görmek başta biraz şaşırtıcıydı. Fakat filmin ön gösterimini izleyip karakterlerin aslında derin hikayeler anlattığını düşününce çok doğru bir seçim olduğunu anladım.
Sohbetimizde sakinliği ve tane tane, çok huzur verici bir konuşması olması dikkatimi çekti. Genelde yönetmenlerde görülen büyük egolardan uzak biri gibiydi ki oyuncuların onun hakkında söyledikleri de bu düşüncelerimi doğruladı.
Bu filmle ilgili ilk tepkiler, diğer Marvel filmlerinden oldukça farklı olduğunu söylüyor. Bu baştan beri hedeflediğiniz bir şey miydi?
Evet, üstelik bu fikir en tepeden geldi. Kevin (Feige) bana bu işi verdiğinde, “Tamam, bu filmle farklı bir şey yap. Taze ve yeni hissettirsin,” dedi. Bu da gerçekten çok güzel bir destekti.

Eğer bunu söylemeseydi, bu kadar farklı bir şey yapmaya çalışır mıydınız?
Sanmıyorum. O bunu söylemeseydi, bu kadar farklı bir yaklaşım izlemeye cesaret eder miydim emin değilim. Ama biliyorsunuz, bu evrende şimdiye kadar yapılmış çok iyi filmler var.
Yeni bir film çıkardığınızda fark yaratmak neden önemli?
Çünkü her yeni filmde, “Bu film neden farklı?” sorusuna bir cevabınız olması gerekiyor. Seyircinin gidip izlemesi için bir sebep olmalı. Bu evrende bu kadar büyük ve başarılı işler yapılmışken, fark yaratmanın tek yolu belki de hikâyeyi karakterler üzerinden daha içsel bir boyuta taşımak ve daha küçük, daha insani, herkesin bağ kurabileceği bir mesele anlatmaktı.
Bu içsel mücadeleyi dışsal bir çatışmaya nasıl dönüştürdünüz?
İşte asıl mesele buydu. O içsel mücadeleyi dramatize edecek bir yol bulup, onun çevresinde gerçek bir tehdit, bir çatışma yaratmak gerekiyordu.
Bundan önce Beef dizisinde çalıştınız ki harika bir işti. Thunderbolt filmine geçerken Beef’ten yanınızda neler getirdiniz, hangi dersleri taşıdınız?
Çok şey. Her şeyden önce, Beef’ten birlikte çalıştığım harika insanları da yanımda getirdim. Mesela dizinin yaratıcısı Lee Sung-jin geldi ve senaryonun birkaç taslağını yazdı. Beef’teki boşluk, anlamsızlık ve bağlantı kurma gibi temaları bu filme de taşıdı, çünkü bu filmde de yankı bulabileceklerini düşündük. Yapım tasarımcımız Grace Yoon ve hem Beef hem de Minari’de çalışmış olan kurgucumuz Harry Yoon da bu projede yer aldı.
Beef dizisinden size kalan en önemli ders neydi?
Şuydu: Daha küçük, boşlukla ilgili görünen hikâyeler artık niş değil. Bunlar aslında evrensel hikâyeler. Çünkü artık hepimiz, hayatımızın bir noktasında bu boşlukla bir şekilde yüzleşiyoruz — derecesi farklı olsa da. Bu tür hikâyeleri anlatmak “küçük” sayılmaz.

Thunderbolts sizin için neyi test etme fırsatı sundu?
En büyük ölçekte, böyle bir hikâyenin geniş kitlelerde yankı bulup bulmayacağını test etmek için bir fırsattı. Nasıl sonuçlanacağını göreceğiz ama bu tür bir hikâyeyi büyük ölçekte anlatma imkânı gerçekten heyecan vericiydi.
Akademi artık dublörlük dalında Oscar ödülü vermeyi planlıyor ve bu filmde de bolca dublör sahnesi olduğunu duyduk. Bu filmin o kategoride aday gösterilmesi ya da bu konuda konuşulması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası bir film yaparken ödülleri çok fazla düşünmemek en iyisi, bence önemli olan iyi bir film yapmaya odaklanmak. Ama eğer aday gösterecek olsam, kesinlikle harika dublör koordinatörümüz Heidi Moneymaker’ı aday gösterirdim. Kendisi Marvel Evreni’nde yıllarca Scarlett Johansson’un dublörüydü ve o mirası bu filme de taşıdı. Hatta film sonunda Florence Pugh’nun dublörü Sarah küçük bir sakatlık yaşadığı için bazı sahneleri yapamadı ve Heidi o sahnelere bizzat kendisi girdi. George Cottle da bizim ikinci ekip yönetmenimizdi. Hem Marvel’da hem de Christopher Nolan’la uzun yıllardır çalışıyor. Bu filme çok fazla yaratıcı fikir kattı. Bu iş, görsel anlatımın en saf hâliyle ilgili. Karakterin duygularını ve fikirlerini çok fiziksel, ama aynı zamanda karaktere sadık bir şekilde anlatmanın yolu. Bu kategorinin nihayet Akademi tarafından tanınmasına çok sevindim. Çünkü bunu fazlasıyla hak ediyorlar.
Bu hikâyede evrensel duygular var çünkü her ekip üyesi ağır bir duygusal yük taşıyor. Peki, bu karakter odaklı dramayı Marvel izleyicilerinin beklediği aksiyonla nasıl dengelediniz?
Bence bu denge büyük ölçüde Beef’in tonlamasından ilham aldı. O dizide Sonny’nin çok iyi yaptığı şeylerden biri buydu: dengeli bir ton yakalamak. Çok içsel bir hikâye anlatıyordu ama sonunda oldukça yüksek tempolu aksiyon sahneleri de vardı. Elbette Beef’in Marvel kadar imkânı yoktu, ama yine de hikâyenin sonunda o aksiyonu hissettirebildik. Bu bizim için bir tür “Kutup Yıldızı” oldu diyebilirim. Yani bu iki duyguyu —yoğun içsel dünyayı ve yükselen aksiyonu— harmanlayabileceğimizi gösterdi. Ve bunun işe yaradığını gördük. Şimdi elimizde biraz daha fazla kaynak olduğu için, o aksiyon sahnelerinin ölçeğini genişletme fırsatımız oldu. Ama yine de denge aynı: karakter ve aksiyon birlikte yürümeli. Ve ideal olan, aksiyonun karakterlerin gelişiminden, anlatının ihtiyaçlarından doğması — yani önce bir aksiyon sahnesi yazıp sonra üstüne bir hikâye inşa etmek değil.
DEVAMINDA KİMLER OLACAK?
Bu röportajın devam bölümünde Florence Pugh, ve filmde babasını canlandıran David Harbour röportajımızın yanı sıra; Wyatt Russell, David Harbour ve Hannah John-Kamen'in birlikte katıldığı çok eğlenceli bir röportajımız var.