Merhaba Aralık, hoşgeldin Spotify Wrapped anksiyetesi bebek. Şu sıralar bir çoğumuzun parçası olduğu ya da en azından maruz kaldığı, yıl sonu müzik dinleme özeti savaşlarından bahsediyorum bilmeyenimiz var ise. Her sene Aralık ayında, o sene en çok kimi dinlemişiz, hangi şarkıya takmışız, hoş görseller, minik şakalar eşliğinde yayınlanıyor; çeşitli platformlarda paylaşılmak üzere. Dünyanın en büyük müzik platformu için kusursuz bir pazarlama hamlesi olduğu konusunda hemfikiriz sanırım ama yani biz faniler için durum biraz karışık. Listesine zeval gelmesin diye radyoda duyduğu ağzına takılan şarkıyı açıp dinlemeyen insan tanıyorum mesela. Hoş mu?
“Biz sizin ne dinlediğinizi görmek zorunda mıyız”cı nefret ekibini bir kenara bırakırsak belli başlı gruplara ayrılıyor insanlar bu mevzuda. Tüm sene o “çok kaliteli ama sıkıcı” şarkıları dinleyerek en havalı paylaşımlara hak kazananlar, onlarla dalga geçenler, çok iyi şarkıların arasına “1-2 tane” fantezi şarkı karıştırmış “Hay allah kafam çok karışık” grubu, onlarla da dalga geçenler, üçüncü yenileri dinleyip daha alternatif bir profil yaratanlar falan filan liste uzayıp gidiyor. Ve tüm bu kaosun içinde bir de konuşulmayanlar var, bizler yani. Şakalı bir paylaşımla geçiştirilemeyecek kadar “uncool” listelere sahip olan, köşemizde sessizce bu sürecin bitmesini beklerken ilk beşimizde Aleyna Tilki ve Gülşen olduğunu ancak en yakınlarımıza itiraf edebilen bizler…
Ama ben artık susmuyorum. İşte şimdi karşınızdayım ve diyorum ki, ben bir TÜRKÇE POP BAĞIMLISIYIM. Öyle "ay 90’lar pop ne güzeldi yaaa" gibi bir şey de değil ha benimki, ne hikmetse o dönem bir kabul görüyor çünkü. Ben baya baya 2000’ler, 2010’lar, 2020’ler ve 2024 yılı Türkçe popunu takip ediyorum arkadaşlar. Sabah uyanıyorum, açıyorum radyoyu, bomboş bir gazla başlıyorum güne ve bu bana o kadar iyi geliyor ki anlatamam! Bunu böylece söylemek kolay olmadı inanın, yıllarımı aldı. Önce kendime itiraf ettim. “Sen kendisini entelektüel olarak tanımlayan, hayatı boyunca sanatla ilgilenmiş, eğitimini bu konuda almış birisin ve aynı zamanda Türkçe pop senin bebeğin Cansın." OH!
İki sene önce, çok yakın bir arkadaşım beni Cercle müzik festivaline çağırdı. Çok zor davetiye bulunan acayip bir deneyimmiş, araştırınca gerçekten etkilendim ben de. Ev partilerinde sürekli fonda videoları dönen o meşhur olaymış meğer, dünyanın eşsiz manzaralarıyla elektronik müziği birleştiren bir festival. Tahmin edersiniz ki elektronik müzikten asla anlamam ve de hoşlanmam. Ama böyle bir deneyimi de kaçıramazdım. Sonuçta olaylı bir yolculuk sonrası araba kiralayıp Saraybosna’ya 4 saat mesafedeki Jajce köyüne gittik. Mekanımız Pliva şelalesiydi, hakikaten etkileyici bir yerdi ve acayip keyif aldım festivalden ama bunun o çok ünlü DJ ile pek bir ilgisi yoktu tabii. Yine de o yayınlanacak videoda yıllardır bu anı bekliyormuş gibi en önde yer almayı ihmal etmedim. Neyse, kendileri de DJ olan Türkiyeli bir ekiple tanışmıştık, ertesi gün beraber turistik gezi yapmaya karar verdik. Sürekli bir müzik muhabbeti dönmeye devam ediyordu tabii, takip ettikleri festivallerden, İstanbul’a gelen acayip isimlerden falan bahsediyorlardı büyük bir heyecanla. Ben genel olarak hiç bir şey anlamadığım için, arkadaşımı da rezil etmemek adına kendi kendime takılıyordum. Sonra, bana biraz da yazdığını tahmin ettiğim bi çocuk yanıma gelip “Eee sen ne dinliyorsun” dedi birden ve her şeyi mahvetti. Derin bir nefes aldım, işte o an benim için bir karar anıydı. Bir şeyler uydurup bu mahalle baskısına boyun eğmeye devam mı edecektim? Yoksa kendimi kabul edip dürüst mü olacaktım? Saniyeler içinde bir sürü cevap geçti aklımdan ama 48 saattir muhabbete katılamamak canıma tak etmişti artık ve bu çocuk beni havalı sansa ne olur sanmasa ne olurdu yani? Birden "ben Edis dinliyorum yaa" deyiverdim.
Çocuk şaka yapıyorum sandı önce, bi gülümsedi. Sonra baktı ki ciddiyim “Aaa enteresan” filan gibi bişeyler diyip ufak ufak uzaklaşmaya başladı. Hiç rezil olmuş hissetmedim, hatta gayet gurur duydum kendimle. Ve o gün bir cümle buldum, “Her konuda da niş zevklerim olamaz arkadaşlar, müzik de benim cheesy alanım ya yetooo!” deyip kestirip atıyorum artık konu açılınca. Tabi bu cümle yine içinde bir kabul edilme isteği barındırıyor, görüyorum. Birkaç sene önce kafayı Fransızcaya taktığım bir dönem olmuştu, sürekli Fransızca şarkılar dinledim o ara. Bir baktım yıl sonu listemdeki en çok dinlenen janr “French Indie” diye bir şey! Aman yarabbim! Gözlerime inanamadım. Biliyordum, benim için zirveydi bu, ötesi yoktu. Olmadı da. Ben de paylaştım o sene Spotify Wrapped’ımı, evet. Anladım ki belki bir gün severim havalı şeyler dinlemeyi diye hala ümitleniyorum.
Ama işte o laf sokmalı canım şarkılarımdan da vazgeçemiyorum.
Çünkü mükemmeller.
Boş verelim gitsin, tek bir şeyden ibaret değiliz sonuçta.
Siz de ben ve Hande Yener gibi korkusuzluğunuzdan korkmuş korkular edinmişseniz, öfkesizliğinizden çekmiş tövbeler beğenmişseniz, kimsesizliğinizden kovulmuş ısırılmış hissetmişseniz, o sizseniz, o sizsiniz. Hoşgeldiniz.