Published in  
Güzel Rastlantılar
 on  
September 11, 2025

SANATÇI VE “OBJE YAPICI” TARKAN GÜVELİ: “KENDİ DÜNYAMA BIRAKTIM KENDİMİ VE 3 AY İÇİNDE YAKLAŞIK 100 UFAK HEYKEL ÇIKTI ORTAYA”

Sanatçı Tarkan Güveli’nin terracotta heykelleri bizi distopik ve bir yandan da kendi içinde mizahı olan, bol karakterli bir dünyaya götürüyor. Aslında bu dünyanın yegâne karakterleri bu heykeller değil. Güveli’nin çeşitli malzeme ve formlardaki üretimlerinin hepsi “oraya” dair izler taşıyor. Bahar Türkay, işlerine hayran olduğumuz sanatçıyla bu dünyayı yaratma yolculuğunu konuştu.
Tarih
11/9/25

SANATÇI VE “OBJE YAPICI” TARKAN GÜVELİ: “KENDİ DÜNYAMA BIRAKTIM KENDİMİ VE 3 AY İÇİNDE YAKLAŞIK 100 UFAK HEYKEL ÇIKTI ORTAYA”

Sanatçı Tarkan Güveli’nin terracotta heykelleri bizi distopik ve bir yandan da kendi içinde mizahı olan, bol karakterli bir dünyaya götürüyor. Aslında bu dünyanın yegâne karakterleri bu heykeller değil. Güveli’nin çeşitli malzeme ve formlardaki üretimlerinin hepsi “oraya” dair izler taşıyor. Bahar Türkay, işlerine hayran olduğumuz sanatçıyla bu dünyayı yaratma yolculuğunu konuştu.

Tüm fotoğraflar Tarkan Güveli izni ile kullanılmıştır
Tarih
11/9/25

SANATÇI VE “OBJE YAPICI” TARKAN GÜVELİ: “KENDİ DÜNYAMA BIRAKTIM KENDİMİ VE 3 AY İÇİNDE YAKLAŞIK 100 UFAK HEYKEL ÇIKTI ORTAYA”

Sanatçı Tarkan Güveli’nin terracotta heykelleri bizi distopik ve bir yandan da kendi içinde mizahı olan, bol karakterli bir dünyaya götürüyor. Aslında bu dünyanın yegâne karakterleri bu heykeller değil. Güveli’nin çeşitli malzeme ve formlardaki üretimlerinin hepsi “oraya” dair izler taşıyor. Bahar Türkay, işlerine hayran olduğumuz sanatçıyla bu dünyayı yaratma yolculuğunu konuştu.

Tüm fotoğraflar Tarkan Güveli izni ile kullanılmıştır

Sanatsal yaklaşımını nasıl tarif edersin?

Kendimi bir obje yapıcı olarak görüyorum. “Hayatta şöyle bir sorunum var ve bunu da sanatla çözmek istiyorum” gibi bir motivasyonum ve “derdim” olmadı. Geçmişte, özellikle portfolyo hazırlamam ve sunmam gereken yıllarda bunun üzerine çok düşündüm. Sonra böyle bir “derdim” olmadığına karar verdim. Bir yandan da derdin ne kadar yoksa, o kadar vardır aslında. Bunu da zaman içinde görüyorsun. Kısa bir süre bunun bir eksiklik olduğunu düşünsem de, böyle olmadığını fark ettiğim anda bir anlamda “bencil” davranmaya ve neyi seviyorsam onu yapmaya başladım. Bu beni rahatlatan, yolumu açan bir uyanış oldu.

Obje tasarımcılığı hikâyesinde de dolayısıyla sevdiğim şeylerden yola çıktım ve bunun “illâ bir bağlam içine oturmasına gerek yok” diye düşündüm. Bu yüzden dağınık şekilde de çalışabiliyorum. Bir sene demir, bir sene seramik-çamur işler yapıyorum. 

Tarkan Güveli stüdyosunda

Heykel ile çalışmayı, daha doğrusu heykel üretmeyi nasıl seçtin? 

‘90lı yıllarda etrafımdaki herkes iktisat, işletme, mühandislik gibi alanlarla ilgileniyordu. Ben de bu furyaya kapılıp Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazandım. Hiç gitmedim tabii… Çünkü 15-16 yaşlarında güzel sanatlarla ilgili bir şeyler yapacağım belliydi aslında. Hep tek başıma bir odada bir iş yapmak istiyordum. Buna karar vermiştim ve bu güzel sanatlar alanında olacaktı. Bunun için de sınava girdim ve Marmara Üniversitesi Heykel Bölümü’nü kazandım. Zanaat öğrenmek, elle bir şeyler yapmak hep ilgimi çekiyordu. Heykeli bu yüzden seçtim. Meslek öğrenmek, makina kullanmak, kesip bir araya getirmek gibi işleri becerebilmek için bir yandan da… 

Bu tip tercihler küçük yaşlara dayanıyor. Küçükken ne yaşadıysan, mizaç olarak sonrasında çok da fazla bir şey koyamıyorsun üstüne bana göre. Lego seven çocuklardandım. Lego olmasa bile 3-5 tahta bulup onları üst üste koymaya, 3 boyutlu şeyleri birbirlerine yapıştırmaya meraklıydım. Tabii bunları heykel yapmaya başladıktan sonra hatırladım ve anlamlandırdım. St. Joseph’te okurken gözümün önüne hep İtalya’da mobiletimle gezdiğim, taş heykeller yaptığım sahneler geliyordu. Sonunda arkadaşımın Asya Motoru’nu kullandığım ve Fikirtepe’de bir atölyemin olduğu bir dönem oldu. Çok da mutluydum, çünkü çok istediğim bir şey olmuştu. Neticede bir odada tek başıma heykel yapıyorum şimdi.  

En fazla bilinen terracotta heykellerin aslında en yakın zamanlı üretimlerin sanıyorum, değil mi? Ne zaman başladı o heykellerin hikâyesi? 

İlk çalışmaya başladığımda otellere çok fazla heykel işi yapıyordum. Otellere, fabrikalara yaptığım bu işler hep büyük, anıtsal boyuttaydı. En küçükleri 1,5-2 metrelik işlerdi ve bunların üretimleri, yerleştirmeleri, düzenlemeleri çok insanla yapılıyordu ve bunlar seri hızda düşünebileceğim parçalar değildi. Muhakkak bir ön çalışma yapmak gerekiyordu, uygulama ve yerleştirme süreci de hızlı olmuyordu. Bense hızlı düşünebileceğim, anında eskizini yapıp sonucunu alabileceğim, oturarak yapabileceğim işlere açlık duyuyordum. Otel işlerinin birinin sonunda atölyede kalan 2 torba terracotta seramik çamuruyla bir şeyler yapmaya karar verdim. Çok çalakalem bir şekilde, hiçbir yerde görmediğim ama sahip olmak istediğim karakterler yapıyordum. Karakter çizmek hep aklımda vardı. Zaten portre çizmek kalem sallayan herkesin aklında vardır. Beni etkilemiş tipleri düşündüm. Mesela Honoré Victorin Daumier, 17.yüzyılda yaşamış Fransız bir bürokrattır aslında ama çok çağdaş portreleri ve seramik heykelleri vardır ve biraz da karikatürizedir. O beni çok etkilemişti. Bir taraftan da küçüklüğümüzün çizgi filmlerinin, Viktoryen dönem oyuncaklarının eskiliklerinin, dramatikliklerinin, hem çirkin hem şirin, hem korkunç hem sempatik görünen hallerinin, korku filmlerindeki oyuncakların olduğu bir karakter dünyam vardı. Bunlar uzun zamandır çizdiğim karakterlerdi. Bunlar üzerine gittim. Karikatürle heykel arasında bir noktada duruyor hepsi. Elimde kalan çamurlarla bunları yapmaya ve çok da hızlı sonuçlar almaya başladım. Bu heykelleri boyadıktan sonra 3-4 tanesini yan yana koyup bakınca çok etkili görünmeye başladılar. 

"Güruh"

Yarattığın tiplerin / karakterlerin çok distopik ama bir taraftan da mizah içeren bir duyguları var. Özellikle terracotta heykellerin senden bağımsız böyle bir dünyada yaşıyor gibi... Ortak bir hikâyeleri var mı?

Bunun böyle olmasını istedim. En başta bir dünya, bir karakter serisi yaratacağım diye yola çıkmadım ama çoğaldıkça böyle oldu. Belli anahtar kelimelerim vardı tabii ortaya çıkacak işler için… Picasso’ya göndermeyle; “bin senedir orada duruyormuş gibi olsun” diye düşünmüştüm. Kübistlerin yaklaşımı da şiarımdır; “yapılmış gibi değil de sanki kendiliğinden orada oluşmuş gibi” duruyorsa o iş bitmiş oluyor benim için. Kendi dünyalarını kendileri kurmuş gibi oluşları önemli. Bu benim için kendi dünyama döndüğüm bir an da oldu. Sanat anlayışımın da bu olduğunu anladım… 

İyi bir eser dünyadan koparır seni. İyi bir müziği, güzel bir filmi veya tiyatro oyununu asla unutmazsın, ayrı bir deneyim yaşatır ya sana, sanat eseri böyle bir şey. Heykel de dolayısıyla böyle, en azından benim için. Beni ben yapan şey neyse onu aksettirmek, onun taşıyıcısı olup tekrar sunmak beni heyecanlandırıyor. Kendi dünyama bıraktım kendimi ve 3 ay içinde yaklaşık 100 ufak heykel çıktı ortaya. Başka işler de yapıyorum tabii ama öyle bir dünyanın içine düştüm ki, kendimi içinde bulduğum bu oyun bahçesinde hayatımın sonuna kadar bunlarla yaşayabilirim. İlk başta hepsini piyasaya çıkarmamıştım açıkçası. Bir arkadaşımın barında ya da benzer başka mekânlarda duruyorlardı. Sonra galeriler geldi, fuarlara katıldım. Orada çok ilgi gördü ve devam ettim. 

Yapmaya devam ettikçe tarracottalardan başka malzemelere de dönüşmeye başladı. Çamurun farklı kimyasal formları da ortaya çıktı zaman içinde. Onları da kullanarak geliştirmeye başladım. Başta karakterlerin çizimlerini çalakalem yapıyordum. Zaman içinde gittikçe kristalize olmaya başladılar. Çok sevdiğin bir grubun ilk albümünde bir “kirlilik” vardır ama birkaç albüm sonra “temiz, pak” olurlar ya, tıpkı onun gibi… Ne kadar “temiz” yapabilirim diye görmek de benim için önemliydi. Ama aynı makinadan çıkmış gibi görünmemeleri için şimdi bir süre ara verdim. Üretirken o dünyanın içine girip, bir süre hiç çıkmadan üretmek gerekiyor. Böyle olmasını seviyorum. O dünyanın içinde girince ancak o heykelleri karakteristik yapan ufak ayrıntılar belirmeye başlıyor gözünün önünde. Biraz bu nedenle de ara verip uzaklaşma ihtiyacı duydum. Sonuçta amaç raf doldurmak değil… Hepsinin bir hikâyesi olsun istiyorum. 

Tarkan Güveli, demir at heykeli yapımı sırasında stüdyosunda

Terracotta heykeller dışında demir heykellerin gibi farklı malzeme ve formlarda işlerin de var. Özellikle demir heykellerin için de az önce terracottalar için yaptığımız tanımlamayı yapabiliriz. Distopik ve aynı zamanda mizahi bir dünya onlarda da var… Bu farklı üretimlerin arasındaortak bir dil olmasını nasıl gözetiyorsun? Veya gözetiyor musun?

Kendim de gülmeye, şakaya meyilli bir tiptim. Yaptığım işle bunu birleştirmiş oldum. Demir heykeller önemli çünkü yılın yaklaşık 8 ayını hızlı düşünüp üretebildiğim heykellerle geçirdikten sonra biraz “heykeltraş egosu” ağır basıyor ve sert bir malzemeyle, onu bükerek, kaynak yaparak çalışmayı, beni zorlayacak işler üretmeyi istiyorum. Bir taraftan sevdiğim, eğlenebildiğim ve “keşke bu benim olsaydı” diyebileceğim işleri de atölyemde üretebilmek güzel… Demir işlerin alametifarikası bu. O kadar sert bir malzemeden 3 boyutlu heykeller yapmak beni çok eğlendiriyor ve sonrasında ortaya çıkan işe bakmayı da seviyorum. Bir süre önce bir at serisi ürettim ve onları yaparken hazır parçaları kullanmadım. Tüm parçaları kendim kesip birleştirdim. 

Üstünde oynayabileceğim bir coğrafya olarak atı seçmiştim. Ama at serisinden sonra gemi, deniz hayatı ve bunun üzerine yazılmış romanlar benim için başka bir dünya yarattı. Kadıköylüyüz sonuçta… Deniz hayatımda hep vardı ve denizle ilgili şeyleri, edebiyatını, Jack London’ı, Halikarnas Balıkçısı’nı hep çok sevmiştim. Deniz üzerinde giden şehirler, gemiye dönüşen balıklar, gemi enkazının uzun yıllar sonra adeta bir balığa dönüşmesi, beraber çok vakit geçiren şeylerin kemikleşerek birbirine benzemesi, metamorfoz gibi konular aklımın bir kenarında duruyordu. Bunu tema olarak seçip yapay zekâ ile bunları çalışmaya karar verdim. Çıkan çizimler üzerinde oynadım. Balığı gemiye, onu bir şehre dönüştürmeyi denedim… Buradan ortaya bir sürü heykel eskizi çıktı. Ve üretmeye başladım. Birini seçip geçtiğimiz kış heykelini yaptım. Sonrasında bunun benim için ayrı, yeni bir proje haline geldiğini hissettim. Bu da çok eğleneceğim bir iş olur diye düşünüyorum. Şubat ayında başladım ve yaklaşık 650 saatte heykeli yapmayı başardım. Bu şu anda en fazla eğlendiğim ve tatmin olduğum projelerden biri. Orijinalliğinden de çok mutluyum. 

Tarkan Güveli'nin demir heykellerinden

Önünde heyecan verici yeni projeler, üretimler var mı?

Önümdeki en heyecan verici şey, anlattığım bu seri. Sabahları heyecanla yataktan fırlamamı, atölyeden çıkarken ertesi sabah tekrar gelmek istememi sağlayacak iş şu anda bu. Bu olduğu zaman “doğru işi yapıyorum ve bu güzel bir yere varacak” diye düşünürüm. İyi bir fikir ve enteresan bir uygulama beni heyecanlandırıyor hep. Zamanla kemikleşerek birbirine karışan ve dönüşen, karşılıklı birbiri olan şeyler üzerine çalışmak bana güzel geliyor… Aynı zamanda uygulamanın da enteresan olmasını, zanaat yönünün kuvvetli olmasını önemsiyorum. Bir süre bunlarla uğraşacağım. 

Şu anda “dijital” taraftaki hızlı gelişmelerin de etkisiyle çok boyutlu ama gerçekliğinin çok tartışmalı olduğu bir dünyadayız malum. Heykel ise en eski sanatsal formlardan biri, hatta belki de en eskisi… Sence heyacan verici bir üretim alanı hâlâ var mı heykelde?

Evet var tabii… Çünkü bizim hâlâ öngörülemeyen bir yanımız var. Ben bir heykeli yaparken dirseğimle göz çukuruna bastırıp oraya bir nokta koyduğumda yapay zekânın yakalayamayacağı bir şey yakalamış olabilirim. 3 boyutlu cihazları kullanarak bir şeyler basılabiliyor ve heykel yapılabiliyor ama kaynak yapmak, bir şeyleri üst üste yapıştırmak, makinanın gelebileceği hızda veya beklentisizlikte yapılabilecek işler değil. O nedenle de ben “elle yapmanın” çok daha fazla yolu olduğuna inanıyorum.  Antik çağda yapılanlar benzeri heykelleri artık muhteşem şekilde 3 boyutlu yazıcılarla yapmak mümkün. Kaynatarak, parçaları birleştirerek yaptığın bir heykeli düşünme ve üretme potansiyeli de elbette var ancak teknolojinin işi bu değil. El dokunuşu heykelde hâlâ önemli ve fark yaratıyor. Bizim “Kendimi bir obje yapıcı olarak görüyorum. “Hayatta şöyle bir sorunum var ve bunu da sanatla çözmek istiyorum” gibi bir motivasyonum ve “derdim” olmadı. Geçmişte, özellikle portfolyo hazırlamam ve sunmam gereken yıllarda bunun üzerine çok düşündüm. Sonra böyle bir “derdim” olmadığına karar verdim. Bir yandan da derdin ne kadar yoksa, o kadar vardır aslında. Bunu da zaman içinde görüyorsun. Kısa bir süre bunun bir eksiklik olduğunu düşünsem de, böyle olmadığını fark ettiğim anda bir anlamda “bencil” davranmaya ve neyi seviyorsam onu yapmaya başladım. Bu beni rahatlatan, yolumu açan bir uyanış oldu. ” diye tabir ettiğimiz ifade verme meselesi de el ile üretimde mümkün. Benim yapay zekâ ile ilgili asıl ilgimi çeken, o mecrada ürettiğin bir şeyi tersine mühendislikle fiziksel olarak hayata geçirmek. Bu açıdan çok iyi bir asistan bence. Kendi kafamda yarattığım hayâl dünyasını orada görmek mümkün. Ama istediğim şey o dünyayı orada gördükten sonra tersine mühendislikle gerçekleştirmek. Bu benim için çok eğlenceli… 

Tarkan Güveli'nin çok sevdiğimiz karakterleri