Published in  
Meseleler
 on  
June 4, 2025

ULAŞILABİLİR OLMAK ZORUNDA MIYIZ

Editörden: Kültür-sanat alanında üretmek, sahne önünde olduğu kadar arka planda da büyük bir emek gerektiriyor. Kültür-sanat çalışanı denince sadece müzisyenler, oyuncular, yönetmenler gibi sahne önündeki kişiler geliyor akla. Oysa bu kişileri seyirciyle buluşturmak için çalışan onlarca görünmeyen kişi oluyor genellikle. Sadece ışıkçı, kostüm tasarımcı, rodiden bahsetmiyoruz. Mekan sahipleri, o mekanın çalışanları, promoter, booking yapan kişi, tüm sezonun programını tek tek hazırlayan kişiler, etkinlikleri basına tanıtan PR ekipleri, marketingciler, temizlikçiler, güvenlik, asistanlar, fotoğrafçılar, office boylar… Bu yazı, emeğin perde arkasından, sahnedeki kişilerden değil; sahneyi açan, sanatçıyı seyirciyle buluşturan yerden sesleniyor. Konuk yazarımız Zeynep Güray, sektörde çalışan pek çok kişinin deneyimlediği ama çoğu zaman görünmeyen iletişim yükünü ve sınır ihlallerini kendi gözlemleriyle aktarıyor. Rast olarak farklı seslere alan açarken, bu yazının daha insani ve saygılı bir çalışma iklimi için ortak bir düşünme zemini yaratmasını diliyoruz.
Kategori
Meseleler
Tarih
4/6/25

ULAŞILABİLİR OLMAK ZORUNDA MIYIZ

Editörden: Kültür-sanat alanında üretmek, sahne önünde olduğu kadar arka planda da büyük bir emek gerektiriyor. Kültür-sanat çalışanı denince sadece müzisyenler, oyuncular, yönetmenler gibi sahne önündeki kişiler geliyor akla. Oysa bu kişileri seyirciyle buluşturmak için çalışan onlarca görünmeyen kişi oluyor genellikle. Sadece ışıkçı, kostüm tasarımcı, rodiden bahsetmiyoruz. Mekan sahipleri, o mekanın çalışanları, promoter, booking yapan kişi, tüm sezonun programını tek tek hazırlayan kişiler, etkinlikleri basına tanıtan PR ekipleri, marketingciler, temizlikçiler, güvenlik, asistanlar, fotoğrafçılar, office boylar… Bu yazı, emeğin perde arkasından, sahnedeki kişilerden değil; sahneyi açan, sanatçıyı seyirciyle buluşturan yerden sesleniyor. Konuk yazarımız Zeynep Güray, sektörde çalışan pek çok kişinin deneyimlediği ama çoğu zaman görünmeyen iletişim yükünü ve sınır ihlallerini kendi gözlemleriyle aktarıyor. Rast olarak farklı seslere alan açarken, bu yazının daha insani ve saygılı bir çalışma iklimi için ortak bir düşünme zemini yaratmasını diliyoruz.

Kategori
Meseleler
Tarih
4/6/25

ULAŞILABİLİR OLMAK ZORUNDA MIYIZ

Editörden: Kültür-sanat alanında üretmek, sahne önünde olduğu kadar arka planda da büyük bir emek gerektiriyor. Kültür-sanat çalışanı denince sadece müzisyenler, oyuncular, yönetmenler gibi sahne önündeki kişiler geliyor akla. Oysa bu kişileri seyirciyle buluşturmak için çalışan onlarca görünmeyen kişi oluyor genellikle. Sadece ışıkçı, kostüm tasarımcı, rodiden bahsetmiyoruz. Mekan sahipleri, o mekanın çalışanları, promoter, booking yapan kişi, tüm sezonun programını tek tek hazırlayan kişiler, etkinlikleri basına tanıtan PR ekipleri, marketingciler, temizlikçiler, güvenlik, asistanlar, fotoğrafçılar, office boylar… Bu yazı, emeğin perde arkasından, sahnedeki kişilerden değil; sahneyi açan, sanatçıyı seyirciyle buluşturan yerden sesleniyor. Konuk yazarımız Zeynep Güray, sektörde çalışan pek çok kişinin deneyimlediği ama çoğu zaman görünmeyen iletişim yükünü ve sınır ihlallerini kendi gözlemleriyle aktarıyor. Rast olarak farklı seslere alan açarken, bu yazının daha insani ve saygılı bir çalışma iklimi için ortak bir düşünme zemini yaratmasını diliyoruz.

7/24 çağrı merkezi hizmeti 

Kültür-sanat alanında çalışan biri olarak, bu sektörde emek veren pek çok kişinin maruz kaldığı sorunlara dikkat çekmek; biraz dertleşmek, biraz serzenişte bulunmak ve belki de konuya farklı bir bakış açısı kazandırmak istiyorum.

Bizler, 09.00 - 17.00 mesai düzeninin tam tersine, “esnek çalışma saatleri”ni benimseyerek bu sektörde varlık göstermeye çalışıyoruz. Ancak bu esneklik, sınırsız ulaşılabilirlik anlamına gelmiyor. Her ne kadar sevdiğimiz işi yapıyor olsak da, -inanması zor ama- bizim de bir mesai saatimiz, uyku düzenimiz, dinlenme hakkımız ve kendimize ayırmak istediğimiz zamanlarımız var.

Neden mi buradan başladım? Çünkü sıklıkla, sabah 08.00’de, pazar akşamı 21.00’de ya da gece yarısı sanatçı ekiplerinden gelen WhatsApp mesajları ve telefon aramalarıyla karşılaşıyoruz. Çağrı merkezleri bile vardiyalı çalışırken; markalar, ajanslar, teknik ekipler, menajerler tarafından bizlerin tek başımıza 7 gün 24 saat erişilebilir olması bekleniyor. Bu sektörde “Pazar günü olduğunu fark etmedim”, “Bu saatte yazıyorum, kusura bakma ama…”, “Günaydın, (bekleyebilecek bir detay)” gibi mesajların yanında; aciliyeti olmayan konulara maillerde “ACİL!!!” başlığı atılması, emredici üslupla yapılan talepler ve nezaketten uzak iletişim biçimleri maalesef olağan hâle gelmiş durumda.

Naçizane bir hatırlatma yapmak isteriz: Kültür-sanat çalışanları da insandır. Biz birlikte var oluyoruz. Bir sanatçının, bir işin bir mekanda sahne alması o mekan için bir lütuf olmadığı gibi mekanın o sanatçıyı/işi sahnelemesi de bir lütuf değil. Hepimiz aynı gemideyiz. 

Hızlı olsun diye buradan yazdım

Dijitalleşmenin getirdiği en büyük değişimlerden biri, her mecranın aynı zamanda kişisel alan haline gelmesi. Bugün insanlar, size birkaç tıklamayla ulaşabiliyor. Bu kolaylık çoğu zaman, ulaşılabilirliğin bir hak gibi görülmesine neden oluyor. Gerçekten memnun musunuz bu durumdan?

Çoğu uluslararası şirkette, iş amaçlı kullanımı yasaklanan WhatsApp, ülkemizde “hızlı olsun” diye kurumsal yazışmalarda neredeyse tek iletişim aracı haline geldi. Oysa ki 2010’larda e-posta trafiğini azaltmak için kullanılan WhatsApp, 2020’lerde tüm resmi yazışmaların merkezi haline geldi.

Peki düşünelim: Bir kültür-sanat çalışanının ayda 30 etkinliği varsa — geçen ay da 30 etkinlik yaptıysa ve gelecek ay da 30 etkinlik  yapacaksa — bu kişi, sadece aşağıdaki mesaj biçimleriyle ve günün en beklenmedik saatlerinde, kaç farklı WhatsApp konuşması yapmak zorunda kalır?

  • Selam, nasılsın?
  • Teknik konularla arkadaşım ilgileniyor. İletişim: Xxxx – Prod
  • Davetli listesi: elma +2, çilek bey, kiraz +1
  • Güncel bilet satış durumu nedir?
  • Merhaba, yeni bir projemiz var, sizde oynamanızı istiyoruz. Dosyayı iletiyorum.
  • Cevap alabilir miyim???!!!!

Bu trafiği hesaplamak zor, değil mi? WhatsApp bir “iş iletişim aracı” değil. Eğer kullanılacaksa, yalnızca e-posta ve telefonla ulaşılamadığında ve gerçekten acil bir durum söz konusuysa tercih edilmelidir. Ayrıca, WhatsApp 7/24 mesaj atılacak bir platform da değildir. Bu mecra, kişisel bir iletişim alanıdır. En azından yazılı olmayan “iş iletişimi etiği” bunları söyler. 

Konuyu biraz daha ileri taşıyalım: Instagram üzerinden “Beni hâlâ paylaşmadınız”, “Performans videolarımı yolluyorum”, “Bize dönüş yapmadınız”, “Sahnenizde yer almak istiyoruz” gibi mesajlar almak ya da sabah paylaştığınız ilk KİŞİSEL story’den hemen sonra WhatsApp’tan “Cevap alabilir miyim artık??!!” mesajı almak — açıkça kişisel alan ihlalidir.

Instagram da kişisel bir alandır.

Bu nedenle rica ediyoruz: Hızlı olsun diye kültür-sanat çalışanlarının kişisel alanlarına müdahale etmeyin. “Eski usul” diye göz ardı edilen ama her telefonda bulunan e-posta aracını kullanın. Saygı, iletişimin hızından daha değerli, inanın!

Çözemiyorsan müdürünle görüşeyim

Konu burada kapanıyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ülkede en çok sevdiğimiz şeylerden biri de güç göstermek, göz korkutmak. “Yapamıyorsan daha yetkili biriyle görüşelim”, “Olmuyorsa, yukarıdan hallederim”, “Bu işi çözemiyorsanız patronunuzu arayayım” gibi cümleleri, maalesef yalnızca kültür-sanat sektöründe değil, birçok alanda duymaya devam ediyoruz. 

Üsluptan, saygıdan, iletişimden uzak bu ifadeler; baskı, yıldırma, hatta zaman zaman taciz boyutuna ulaşabiliyor. Daha da üzücü olan ise bu cümlelerin çoğu zaman karşılık bulması. Yani söylenen sadece lafta kalmıyor; bu “yukarıya şikayet” refleksi bazen gerçekten bir zorlama ya da yaptırım olarak karşımıza çıkıyor.

Ama hakkı da teslim etmek gerek: “Ekip ne diyorsa doğrudur”, “Onlar süreci olması gerektiği gibi yönetiyordur” gibi açıklamalarla çalışanını destekleyen, süreci profesyonelce yöneten yöneticiler de yok değil. Onlara minnettarız.

Yine de istisnalar kaideyi bozmaz. O yüzden “yöneticilere” de hatırlatmakta fayda var:
Tarlaya korkuluk koyduysan, korkuluğun üstüne karga yemi atmayacaksın.

Tüm bu anlatılanların fazlası var, azı yok. Özündeyse yorgunluk ya da sitem, kişisel bir husumet değil; değil, yıllarını bu sektöre vermiş kişilerin anlaşılma arzusu yatıyor. Kültür-sanat emekçileri yalnızca işini yapmak, üretmek ve emeğine saygı duyulmasını istiyor.

Bu çok da zor değil üstelik. Küçük adımlarla başlayabiliriz: Mesai saatlerine saygı, e-posta kullanımına geri dönüş, kişisel alanlara özen… Belki o zaman daha insani, daha üretken bir sektör iklimi yaratabiliriz, hepimiz için. 

Kulağımıza küpe olsun: Saygı, hızdan daha hızlı işler.