Birsen Birdir, Dream TV’de müzikseverlerin gönlünü kazanan sunuculuğundan, Los Angeles’ta Apple Music’in Marketing Globalization Manager pozisyonuna uzanan yolculuğuyla, kendi hikâyesini kilometreler ve zaman dilimleri arasında kurmuş biri. San Francisco’da geçen yılların ardından taşındığı Los Angeles’ta, global müzik endüstrisinin tam kalbinde çalışıyor. Şehrin hızlı akan müzik gündemini, mahalle pilates rutinleri ve sahil yürüyüşleriyle dengeleyen bir yaşam kurmuş.
Birsen’in hikâyesi, yalnızca kariyer basamaklarını değil; farklı kültürlerde sınırlar, aidiyet, birey olma hali ve zaman kavramıyla kurduğu kişisel bağları da anlatıyor. Onunla, Los Angeles’ın yavaş akan ritminden, Türkiye’ye duyduğu özleme; müzik endüstrisinin değişen dinamiklerinden, köpeğinin dakikliğine kadar uzanan samimi bir sohbete daldık ve sorduk: Orada Saat Kaç?
Şu an, bu soruları cevaplarken orada (Los Angeles) saat kaç?
Akşam 10.25, biraz uykum var ama direniyorum.

Los Angeles’a nasıl taşındın, ne kadardır orada yaşıyorsun?
İstanbul'dan ilk olarak San Francisco'ya taşınmıştım. Orada 7 yıl geçirdikten sonra değişiklik istedim ve Los Angeles’a bir şans vermeye karar verdim. İyi ki vermişim, şimdi 5 sene sonra gerçekten evimde hissediyorum. Ben Los Angeles’a taşındıktan bir ay sonra Covid başladı, yeni bir yere taşınmak için gerçekten ilginç bir zamandı.
Bir günün nasıl geçiyor?
Hafta içi uyanır uyanmaz köpeğimi yürüyüşe çıkarıyorum, daha sonra ofise gidiyorum. Günler çok yoğun ve aralıksız toplantılarla dolu oluyor. Ardından eve uçarak gelip köpeğimi parka götürüyorum. Genellikle hafta içi mahalle dışına çıkmaya mecalim kalmıyor ama çoğu arkadaşım bu tarafta olduğu için akşam mahalle bar ve restoranlarımızda bir iş çıkışı birası geleneğimiz var.

Hafta sonların?
Cumartesi sabahları pilatese gidiyorum daha sonra Los Feliz'de arkadaşlarımla kahvaltı yapıyoruz. Bütün arkadaşlarım yakında oturduğu için genelde hep birlikteyiz. Pazar günleri ise Larchmont Farmers Market'a gitmek en sevdiğim şey. Bir de sahile gitmek. Köpeğim de sahili çok seviyor. Bence Los Angeles'ın en büyük lükslerinden biri sahil.
Müdavimi olduğun yerler ya da günlük rutinlerin var mı?
Cumartesi sabahları çok standart. Dediğim gibi pilates sonrası All Time ya da Café Maru en sevdiğim yerler. Larchmont ise en sevdiğim mahalle. Great White hem brunch hem akşam yemeği için tercihim. Yine mahallemizdeki Black Cat, Dresden ve Stella sevdiğim barlar. Yeni yerler keşfetmeyi çok seviyorum ama devamlılık, aidiyet hissini beslediğinden rutinlerimden de vazgeçmiyorum.

Orada yaşamak sana başka bir ülkede yaşarken öğrenemeyeceğin neler öğretti?
Sınırlar ve kişisel alana saygı. Kültürümüzde öğrenmesi daha zor şeyler bunlar. Ailelerin çok girift olmasından dolayı, çocukların birey olarak yetiştirilmesi konusunda çok dikkatli davranılmıyor. Türkiye’den uzakta olmak ve güvenlik ağının olmaması bana birey olmayı, kendi sınırlarıma ve başkalarının sınırlarına saygı duymayı ve elbette bambaşka kültürlere kendimi açmayı öğretti. Dünyam genişledi.
Türkiye ile büyük bir zaman farkı var aranızda. Buradaki arkadaşlarınla ilişkini nasıl etkiliyor bu?
Bence çok etkilemiyor, ben uyandığımda onların gününü yakalıyorum, onlar uyandığında da benim günümü yakalıyorlar. Hiç zorlandığımı söyleyemem.
Orada da olsan Türkiye’yi hep takip ediyorsun. Özellikle zaman farkı ama daha çok da yaşam farkı insanı duygusal olarak da uzaklaştırmıyor mu Türkiye’den?
Pek uzaklaştırmıyor. Mesafe hissini algılıyorsun ama kalbin orada çarpmaya devam ediyor. Sevdiklerim var orada sonuçta.

Çalıştığın şirket çok kültürlü bir ortama sahip. Farklı kültürlerin zamanla ilişkisine dair neler gözlemliyorsun?
Tüm Akdeniz insanlarının zaman algısı çok daha rahat bu bir gerçek. İş ortamında bazı kültürlerin zaman zaman gerekli olmayan bir aciliyet kavramı var. Gerçek hayatta ise Los Angeles çok yavaş akan bir yer. Kimsenin acelesi olmadığını söyleyebilirim. Bu anlamda New York, Londra ve İstanbul gibi şehirlerden çok daha farklı. Bu da bana iyi geliyor.
Buraya dair ne özlüyorsun en çok?
Boğaz’da yürümeyi, arkadaşlarımı ve Taksim’i. Arkadaşlarım pek kalmadı, Taksim de öyle. O yüzden sanırım en çok Boğaz’ı özlüyorum.
Müzik sektöründesin uzun zamandır. İki şehri bir şarkıyla tanımlamanı istesem?
İstanbul: Levent Yüksel - İstanbul
Los Angeles: LANY - Pink Skies
Hayat sana zamanla ilgili ne öğretti, ilişkini nasıl değiştirdi zamanla?
Geç kalmak fikrini sildi kafamdan. Hayatta her şeyin kendi zamanı ve ritmi var. Bunu çok net öğrendim. Herkesin hayat yolculuğu bambaşka bu nedenle kıyas mantığı tamamen kayboldu. Her şey tam da olması gerektiği zamanda oluyor.

Peki köpeğin? Onun sana zamanla ilgili öğrettiği ya da gösterdiği şeyler var mı?
Olmaz mı! Zamanın onun için çok daha hızlı geçeceği gerçeği asla unutmadığım bir düşünce o yüzden her fırsatta onu mutlu edecek şeyler yapmaya, olabildiği kadar parklara sahillere götürmeye çalışıyorum. Yemek saati geldiğinde mutfak kapısını minik patileriyle itmesi bana hâlâ bir mucize gibi geliyor. Nasıl bu kadar dakik olabiliyor bilmiyorum. Dünyam ve zamanım onun etrafında dönüyor diyebilirim.
Oraya gelen birinin mutlaka görmesi gereken yerler, denemesi gereken şeyler?
Çok var! Griffith Park, Ojai, Malibu ilk üçüm olurdu sanırım.

Peki uzmanı olduğun konuya, müziğe dönersek; senin için “yeni” olan bir müzik türüyle son zamanlarda bağ kurabildin mi?
Evet. Daha önceleri çok şans vermeme rağmen caz müzik bana çok da konuşan bir yerde olmamıştı şimdiye dek. Son senelerde hayatıma en çok fon müziği olan müzik türü oldu.
Genç müzisyenlerde en çok ne dikkatini çekiyor? Cesaret mi, teknik beceri mi, türler arası geçiş mi?
Cesaret. Genel olarak Gen Z’nin hayata karşı dik duruşunu çok takdir ediyorum. Mizah anlayışlarını, kendilerinden önceki neslin ciddiye aldığı türlerin keskin sınırlarını rahatlıkla kaldırmalarını, dijital medyayı efektif kullanmalarını, tek başınalıkla barışıklılıklarını ve becerikliliklerini hayranlıkla seyrediyorum.
Streaming platformları sence müziği demokratikleştirdi mi, yoksa algoritmalar yüzünden bazı türler görünmez mi oldu?
Müziğe ulaşımı kesinlikle çok ama çok daha kolaylaştırdı. Kendimin 15 yaşlarını düşünüyorum, Blue Jean çıksın da yeni bir compilation CD dağıtsın da yeni bir grup öğreneyim diye heyecanla beklerdim. Hakeza pazar akşamı olsun Maximum Rock dinleyim… Algoritmalar ve kişiselleştirmeler sizi sınırlarında tutabilir elbette, bu nedenle editoryal listeler çok önemli. Şu an birkaç adımda dünyadaki herhangi bir ülkenin en çok dinlenenlerini, yeni çıkış yapanlarını bulabildiğiniz gibi, takip ettiğiniz kişi veya oluşumların tek tek seçilmiş listelerine de ulaşabiliyorsunuz. Yani nihayetinde yine dinleyiciye kalıyor nasıl bir müzik deneyimi yaşamak istediği ve bunu şekillendirmek için nasıl bir yol izlediği.

Dream TV’de ‘Evdeki Ses’ programını sunarken, izleyicilerde ne tür müzik kültürü yaratmayı amaçlıyordun? Bu dönemde edinilen tecrübeler, müziğe bakışınız nasıl etkiledi?
Ah beni gerçekten zamanda yolculuğa çıkardın şu anda. Evdeki Ses benim ilk televizyon yayınımdı, bu bağlamda biraz deneyseldi. Çok şanslıyım, birlikte çalıştığım ekip getirdiğim çoğu fikre sıcak bakmıştı. Mesela bunlardan biri müzisyenleri konuk almak, onların sevdikleri şarkıları çalmak, onlardaki hikayelerini dinlemek ama sohbeti kendi müziklerinin ekseninden daha geniş tutarak onları daha yakından tanımaya fırsat vermekti. Kerem Kabadayı ile akademik kariyeri üzerine konuştuğumuz programı hala hatırlıyorum mesela ya da Özgür Can Öney ile astronomi ve astroloji sohbetimizi. O dönemde aldığım geri dönüşler ve benim de edindiğim tecrübelerle sonraki programımız Genç-Iz’i daha planlı yaratmıştık. Zihinsel ve bedensel sağlık uzmanlarına konuk ettik, modacıları ağırladık. Olabildiği kadar geniş alanda hem destek olmak, hem ufuk açmak hem de müzik ekseninde genç izleyicilerimizle dost olmaktı isteğimiz. Tüm DreamTV dönemi yalnızca müzik tüketimi ya da müzik gazeteciliği anlamında degil, müziğin zemininde daha fazla nerelere dokunulur ve etkileşim kuruluru sorgulattı bana hep. 10 yıl geride kaldı ama benim için çok değerli zamanlardı. Hayallerimi izlemekle kalmayıp yaşamaya da sevk etti. Bugünü de bu sayede kurabildim.

Yakın zamanda seni şaşırtan bir ses ya da sahne oldu mu?
Son zamanlarda en çok dinlediğim albüm Nala Sinephro - Endlessness oldu. Sahne olarak Yussef Dayes ve Takuya Kuroda oldukça etkileyiciydi.
- Longines Spirit Zulu Time modeli hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
- Serinin daha önceki röportajında Berlin'de yaşayan besteci, prodüktör Kaan Bulak'a sormuştuk: Orada Saat Kaç? Okumak için tıklayın.
- Dünyanın ilk çift zamanlı saati İstanbul’un hikâyesine buradan ulaşabilirsiniz.